20 Eylül 2012 Perşembe

Koza'nın Araf'taki Çocukları


Pandora'nın Kutusu'nu izledikten sonra net birşey söylediğimi hatırlıyorum: Yeşim Ustaoğlu en iyi kadın yönetmenimiz. Bugün prömiyerini yapan Araf'ı izledikten sonra ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gördüm. Bu film Ustaoğlu'nu Cumartesi gecesi şüphesiz sahneye çıkaracak.
Festivalde 2.güne girmekle beraber heyecanın giderek alevlendiğini söyleyebiliriz. Heyecanımızı arttıran filmlerden biri Yeşim Ustaoğlu'nun Araf'ıydı. Ustaoğlu 90'ların sonunda Güneşe Yolculuk ile o dönem cesur kabul edilebilecek Kürt meselesine 2000'lerin başında kimliğini gizlemek zorunda kalan bir Rum kadına odaklanan Bulutları Beklerkenle yine benzer sorunlara değinen nitelikli filmlere imza atmıştı. Pandora'nın Kutusu'ndaysa politik tavrını büyük şehir insanın yalnızlığına transfer ettiği bir döneme girdiğini müjdelemişti. Son filmi Arafla beraber Türkiye sinemasındaki yerini bir adım daha yukarı taşıyor. Alt sınıftan 2 gencin hayat mücadelesi, arzuları ve sıkışmışlıklarını son derece yetkin bir sinema dili, çok iyi oyunculuklar ve sağlam bir senaryoyla taçlandırıyor. Kamyonların durduğu bir mola yerinde çalışan gençlerin hayatı bir kamyoncunun (Özcan Deniz) hayatlarına girmesiyle bambaşka bir noktaya varıyor. Filmde fakir sayılabilecek, okumamış insanların çaresizliklerine dair pek çok bilgi verilmiş, şu da olsaydı, buna da değinilseydi, böyle gedikler var demek zor. Flash tv ile Acun'un Var mısın Yok musun programından tutun da kolbastıya, apaçi dansına, oradan amatör video çekme tutkusuna, kızın sigara paketiyle yakalanmasına kadar bir çok ayrıntı oldukça dikkatli işlenmiş. Orta-üst sınıfın bunalımlarını görmeye alıştığımız sinemamızda aslında yabancı olmadığımız alt sınıfın insanlarını bu kadar yakından görmek güzeldi. Sonuçta Ustaoğlu'nun konvansiyonel ile çağdaşı, politik olanla sanatsal olanı, toplumsal ile bireyseli iç içe geçirdiği tam bir olgunluk dönemine girdiğini söylemek mümkün.
Pelin Esmer'in Gözetleme Kulesi
Tuhaf şekilde Araf ile bazı benzerliklere hatta neredeyse aynı denebilecek bir sahneye sahip bir film Gözetleme Kulesi. Araf'ta kadının düşük yaptığı dakikalar burada bebeğin doğumu olarak karşımıza çıkıyor. Sinemamızda alışık olmadığımız böyle sahneleri ardarda gösterilen iki filmde görmek gerçekten çok ilginç bir tesadüf. Dayısının tecavüzüne uğrayan bir kadınla kadının çalıştığı yere uğrayan kuledeki gözetmenin keşişmek zorunda kalan hikayesi oldukça bireysel gözükse de toplumsal arka planından koparılamayacak bir mesele. Ensest mevzusunu, bir insanın vicdani hesaplaşmasıyla harmanlayan alabildiğine yalın bu çalışma oldukça özenli, çekilmesi zor sahnelerle dolu, görüntüleriyle de tertemiz bir iş. Haliyle daha şimdiden yaratıcısını ''en iyi yönetmen'' ödülünün güçlü bir adayı konumuna getirdiğini söylemek lazım. Ayrıca başroldeki kadın oyuncusu da şimdiden ciddi bir favori. Aslında Pelin Esmer bu festivaldeki en büyük 2 ödülü (en iyi film ve Yılmaz Güney ödülü) daha önceki filmleriyle kazanmış biri, bu sefer de ödülsüz gitmez üst üste katıldığı 3 Altın Koza'dan da ödül kapan bir yönetmen olur diye düşünüyorum.
Festivalde dünkü diğer 2 filmse biraz daha geri planda kaldı. Veli Kahraman'ın dedesini oynattığı dökü-drama diyebileceğimiz Ana Dilim Nerede Zazaca'yı odağına alarak dillerin yok oluşuna dair çok mütevazi bir ağıt olarak görülebilir, oldukça tutarlı, sade, merakla izlenen bir film yapmış Kahraman ama hepsi o kadar. Dil konusu şüphesiz hassas olmamız gereken çok önemli bir konu çünkü düşünceyi yaratan dil, dilin kaybolması insanın düşüncelerinin de kaybolması anlamına geliyor. Yalnız film başlamadan önce korktuğum bir olayı da bizzat yaşadık. Konuklardan biri söyleşide yönetmen Anadolu'da yok olan 18 tane dili sayarken Türkçe diye bağırdı, ona da dikkat çekin dedi ve ekledi hiç bir Kızılderili diliyle ilgili film yapmış mı? Hayır, sen bugün yapabiliyorsan Türkiye özgür bir ülke olduğu içindir.
Aziz Ayşe çok acemice bir film.
Festivalin yine belgesele yaklaşan filmlerinden biriydi Aziz Ayşe. Topladığı çöpleri hayır kurumlarına bağışlayan tuhaf bir travestinin hikayesi aslında önemli. Bu insanların ne kadar itildiğini, diğer insanların göstermemeye çalışsa da ne kadar düşmanca tavır takındığını belgelemek istiyor yönetmen, kesinlikle takdir edilesi bir amaç fakat filmdeki Aziz Ayşe'nin yaşayan, gerçek bir karakter olduğu ve filmin bir gazete haberini müteakip oluştuğunu düşündüğümüz de belgesel diyoruz demesine de, filmdeki ünlü oyuncular bile o kadar amatörler ki akıl alır gibi değil, kurmacanın da altında kalan beceriksizlik var ne yazık ki. Kurguyu ve oyuncu yönetimini yeni yeni öğrenmeye çalışan 2. sınıf öğrencisinin bulduğu önemli bir konudan uzun metraj çıkarmaya çalışmasından ibaret olmuş. Sevim Burak iyi bir yazar olabilir ama kızı Elfe Uluç'un iyi bir yönetmen olması için yol uzun gözüküyor.
Dün izlediğimiz filmlerle birlikte yarışmanın yarısını geride bırakmış, kadın yönetmenleri tüketmiş bulunmaktayız.

1 yorum:

  1. "Ana Dilim Nerede" filminde oynayan baş rol oyuncusu Yönetmenin dedesi değil babasıdır belirteyim...(ha konu için önemi var mı? o ayrı..) ayrıca "mütavazi bir ağıt" dan çok"mütevaziliğini koruyabilmiş bir umut" gibi gördüm ben filmi...Yok olma olsa da çabanın önemi gibi...
    Bir de Yönetmen Anadolu'da yok olmakta olan 18 dilden söz ederken, hakikaten dalga geçer gibi, birisi bağırdı salondan: "İngilizce ve Türkçe" diye ekledi. Sulandırmaya çalıştı mevzuu kendince. Hazımsız. Sonra da, sanki bu ülkede yaşamıyormuş, hiç bir şeyi anlamıyormuşuz, Türkiye özgür bir ülkeymiş de o yüzden böyle filmler yapılabiliyormuş gibisinden kendince herkese özgürlük lütfunda bulundu. Film boyunca belki de uyuyordu...

    YanıtlaSil