4 Aralık 2023 Pazartesi

Asya'dan İki Film, Biri Japonya'dan Diğeri İran'dan...

Geçtiğimiz hafta biri Başka Sinema kapsamında diğeri İstanbul Modern'de iki film izledim. İlki dünya sinemasının yükselen değeri dediğim Ryusuke Hamaguchi'nin Aku Wa Sonzai Shinai (Kötülük Diye Bir Şey Yok) adlı son çalışmasıydı. Viktor Apalaçi'nin aktardığına göre Nuri Bilge Ceylan'ın sıkılıp sonunu getiremeden salondan çıktığı söylenen o film... Yönetmen Drive My Car ile Oscar ödülü de alınca, adeta şerit değiştirmiş, bırakın Oscar'da bir şey almasını (ihtimal dahi yok), Venedik'te aldığı ödüller bile sürpriz olarak değerlendirilebilir. He ! bu filmi kötü mü yapar, asla ama şunu söyleyebiliriz, yönetmenin bugüne kadarki en muğlak hatta ağırbaşlı filmi bu. Güzel mi güzel bir köyde kızıyla yaşayan bir baba-kız hikayesi olarak başlıyor. Kapitalistler durur mu hiç; dağı, ormanı ve geyikleriyle bu güzel köye göz koyuyorlar tabii, bir Glamping tesisini hayata geçirmek istiyorlar ama yerliler tarafından bunun ekolojik dengeyi bozacağı da anlaşılıyor, böyle olunca şirketin iki çalışanı o babaya gidiyorlar ve onu yanlarına çekmek için bekçilik teklif ediyorlar, yetmiyor onlardan biriymiş gibi odun kırmaya falan çalışıyorlar. Bir araçsal aklın hafif eleştirisi olarak yorumlanabilecek film finale doğru biraz ivme kazanıyor ve görece vurucu sayılabilecek şekilde bitiyor. Özellikle yerli yerinde müziklerle mevcut şiirselliği destekleyen yönetmenin daha önceki filmlerini bu blogta yazmıştım ve son yazımda yönetmenin imzası niteliğindeki temasının kadın-erkek ilişkilerinde kadının üstünlüğü olduğunu söylemiştim. Aslında burada da az da olsa, iki şirket çalışanı arasındaki diyalog ya da filmin finalinde yapacağı patinajı belirleyenin yine bir dişi olması boşuna değil. Niye doğa ana diyoruz da doğa baba demiyoruz değil mi, daha ileri gidelim anavatan diyoruz da babavatan niye demiyoruz, devam edelim anadil diyoruz da babadil diyenimiz yok. Özetle Hamaguchi'nin diğer filmleri ölçüsünde olmasa da doğurgan doğaya dolayısıyla dişiye hürmet bu filmde de kendini gösteriyor. Yıldız: * * * Locarno Film Festivali'nde Altın Leopar'ı kazanan Mantagheye Bohrani (Kritik Bölge) filmi bugüne kadarki İran filmlerinden oldukça farklı bir görünüm sergiliyor. Ali Ahmadzadeh'nin filmi Tahran'daki uyuşturucu trafiğine el atıyor. Hem bakım merkezindekilere yaptığı keki sunan, hem türlü türlü otları satan, su içer gibi içki içen özgür kadın arkadaşlarıyla belli ölçüde zaman geçiren bir tuhaf karakterin kabaca bir gecesini ele alıyor. Öyle ki bir noktadan sonra adamın doktor olduğunu görüyoruz. Hani önce hasta edip sonra iyileştiren diye bir deyiş vardır ya onun karşılığı gibi bir adam bu. Sansüre takılmamak için türlü yaratıcılıklar deneyen o kadar İran filminden sonra böyle bir filme biraz şaşırdım doğrusu, filmden çıktıktan sonra hemen filmin lokasyonuna baktım, İran ve Almanya diyor. Yani pek çok sahnesi Almanya'da çekilmiş yer yer pek gürültülü ve aslında deneysel denebilecek bir film. Yıldız: * * 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder