21 Nisan 2022 Perşembe

41. İstanbul Film Festivali

Kanımca seyirci enerjisi yüksek ama filmlerin enerjisi o kadar da yüksek olmayan bir yıl olarak anılacak 41. festival. Ah nerede o 2019'un enerjisi... Gerçi festivalin son günlerinde COVID'e yakalanan ben bir kaç filmi de kaçırdım ya ama olsun, izlediklerimin genel bir çerçeve çizdiğini varsayıyorum. Tarihe geçen 2021 Cannes'ından henüz sinemalara uğramamış 3 film vardı mesela festivalde. 2 tanesi doğrudan Altın Palmiye Adayı / Yarışma filmleriydi. Ama o muhteşem seçkinin vasat filmleriydi bunlar. Ve bence bunlar arasında en iyisi İldiko Enyedi'nin Bir Evlilik Hikayesi'ydi, fazla uzatılmış süresine rağmen bu kez farklı olarak kadın gözünden çizilmiş bir aldatan kadın portesi izledik, özellikle filmin finalinde yakaladığı şiirsel tonu beğendim. Justin Kurzel'ın Nitram'ı ise Avustralyalı bir psikopat gencin katliama doğru uzanan şiddet dolu yolculuğunu sürükleyici bir sinema diliyle anlatıyordu. Bir diğer Cannes menşeli Payel Kapadia'nın Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece'si mektupları siyah beyaz görüntüler eşliğinde sunan bir essay filmdi. Azadi! Azadi! şeklinde bağıran öğrenciler eşliğinde Hindistan'ın sol tarihine bakan, politik olarak ateşli ama sinema dili olarak oldukça yorucuydu. Festivalde birçok Latin Amerika filmi de vardı ama izlediklerimin hiçbiri doyurucu değildi. Hele Altın Ayılı Katalan Alcarras, bir düş kırıklığı. Şeftali bahçelerini kaybedecek ailenin gündelik yaşamından kesitler sunmakla yetindi bize. Lorenzo Vigas'ın Kutu'su ise biraz daha iyiydi, en azından Latin Amerika'da kuşaklar değişse de özünde pek bir şeyin değişmediğini anlatarak. Carlos Reygadas'ın eşinin ilk yönetmenlik denemesi Değerli Taşlar ise handiyse deneysel sinema sınırlarında gezen bir tuhaf örnekti. Sonuçta bu filmlerde Latin Amerika'da bitmek bilmez şiddet döngüsü bir biçimde perdeden taşıyordu... Festivalin en gösterişli filmlerinden biri Xavier Giannoli'nin Sönmüş Hayatları'ydı, bir Balzac romanından uyarlanan film; senaryosu, oyunculukları ve sanat yönetimiyle, iyi bir Fransız kitle sineması örneğiydi. Diğer Fransızlar Laurent Cantet (Arthur Rambo ile festivale katıldı) ve Claire Denis (Bıçağın İki Yüzü) ise Fransa'daki azınlık hakları gibi meselelere farklı dozajlarda dokunan filmlerdi. Denis'nin filminin merkezinde eşini bunaltacak denli sahiplenen erkeklere bir eleştiri de vardı.
 Ayrıca festivalde korku-gerilim türünde pek çok film vardı, izleyebildiklerim içinde Dario Argento'nun Kör Karanlık'ı Giallo da dedikleri, peşimdeki katil filmlerinin bir örneğiydi, bazı küçük mantık hataları yoksa kurgusal zorunluluk mu demeli, yine de filmin yarattığı güçlü atmosfere bence zarar veremiyordu. Peter Bergendy, Post Mortem'de ise gerçek dışı ögelerden beslenen zayıf bir korku filmine imza atıyordu. Yine Tea Lindeburg'un Cennet Gibi'si korkuyu bir amaç değil araç olarak kullanan mütevazi sanat filmlerinden birini sunuyordu. Bir genç kızın bir takım acılar içindeki büyüme öyküsü. Diğer yandan Alina Grigore'nin Mavi Ay'ı bir korku-gerilim örneği sayılmasa da Lindeburgla kadın olarak varolmanın zorluklarını anlatması bakımından benzeşen bir örnekti. Son olarak Hong Sangsoo da Romancının Filmi ile yönetmenin en iyi filmlerinden olmasa dahi en azından finalinde gerçekleştirdiği hoş bir trük ile en azından yönetmenin kendi sineması açısından yenilikçi bir tat barındırıyordu.   

Festival Yıldız Tablosu

Bir Evlilik Hikayesi  * * *

Sönmüş Hayaller  * * *

Romancının Filmi  * * *

Cennet Gibi  * * *

Kör Karanlık * * *

Nitram  * *

Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece * *

Bıçağın İki Yüzü * *

Kutu * *

Arthur Rambo * *

Mavi Ay  *

Alcarras  *

Değerli Taşlar  *

Post Mortem  *

Kutsama  *