Ankara Film Festivali'nde geçen yılın tadı yok, her yıl aynı canlılıkta olacak değil ya ! Yine de insan öyle istiyor. Hele ki İstanbul Film Festivali'nin programını gördükten sonra...Yaklaşık iki yıl kadar önce haftalarca vizyonda kalan Abluka'yı burada tekrar göstermenin mantığını ben çözemedim açıkçası. Ankara her yıl Venedik Film Festivali'nden birçok film getirirken bu yıl o da yok. Oysa İstanbul, Venedik'ten şu ana kadar izleyemediğimiz ve bundan sonra da sinemada izlememizin pek mümkün olmadığı önemli iki filmi getirmiş. Amat Escalante'nin The Untamed'ı ve Gaston Duprat ve Mariano Cohn ikilisinin El Ciudadano Ilustre'si, bunlara son Cannes'da Mizansen kazanan Personel Shopper da eklenince fark daha da ortaya çıkıyor. Neyse ki Personel Shopper bir aksilik olmazsa vizyona girecek. İstanbullu izleyicilerin iki farklı sinema etkinliğinde izleme şansı bulduğu yine Cannes'dan ödüllü Brillante Mendoza'nın Ma'Rosa'sı da yine aynı şekilde Ankaralı izleyiciye çok görülmüş. Daha öncesinde gösterilmediği gibi festivalde de yok yani.
O Gerçek Bir Auteur
Onun adı Hong Sangsoo, geçen yıl da Locarno'dan Altın Leopar kazanmış filmini yine festivalde izlemiştik bu yıl da San Sabastian'da Gümüş İstiridye kazanmış Dangsinjasingwa Dangsinui Geot (Kendin ve Sen) adlı filmini izledik, üstelik o kadar üretken bir yönetmen ki, geçen Berlin'de Altın Ayı için yarışan bir filmi daha var henüz izleyemediğimiz ve nihayet Mayıs'ta da bir kez daha bir filmi ile Cannes'da Altın Palmiye'ye aday. Böylesine kısa sürede Avrupa festivallerinde bu kadar görünürlük elde eden başka bir yönetmen var mı bilmiyorum doğrusu. Her ne kadar her filminde sanki aynı filmi mi izliyoruz hissi geçse de auteur olmak biraz da bu değil mi? Birkaç karakter var Kendim ve Sen'de ama özellikle bir adam var (gerçek adı Yoo Joonsang olan, filmdeyse sanırım Youngsoo) ve bu adamın sevgilisine çok benzeyen alkolik bir kadının mahallede adı çıkar ve bu adam o kadının kendi sevgilisi olduğunu sanır bu yüzden sevgilisinin kalbini kırar ve terk edilir sonra biraz pişman da olsa sevgilisine bir türlü ulaşamaz, çok sonraysa karşısına o alkolik kadın çıkar ve büyük olasılıkla onunla aşkı yeniden yakalar. Kaybettiği sevgilisi ile tekrar birlikte olduğu, hafızanın silindiği tuhaf ama çok hoşuna giden bir noktadadır, her şeye en baştan başladığını sanır tahminimce. Gerçi bu benim yorumum tabii, muhtelif yorumlara da açık film. Bir yandan da hayal ile gerçek arasında seyreden dokusunu da unutmadan... Elbet izleyicisinden çaba isteyen zor filmlerden ama ben Sangsoo'nun kesinlikle bu çabanın karşılığını verdiğini düşünüyorum. Tiyatroya fazlasıyla yaklaşan bir yaratıcı sinemasını yeğleyen yönetmeni keşke daha fazla insan izleyebilse diyorum. İşte bu yıl zorlu geçeceği tahmin edilen 70.Cannes'dan alacağı hacimli bir ödül, ki o ödül Altın Palmiye olursa böyle bir fırsat oluşacaktır.
O Gerçek Bir Auteur
Onun adı Hong Sangsoo, geçen yıl da Locarno'dan Altın Leopar kazanmış filmini yine festivalde izlemiştik bu yıl da San Sabastian'da Gümüş İstiridye kazanmış Dangsinjasingwa Dangsinui Geot (Kendin ve Sen) adlı filmini izledik, üstelik o kadar üretken bir yönetmen ki, geçen Berlin'de Altın Ayı için yarışan bir filmi daha var henüz izleyemediğimiz ve nihayet Mayıs'ta da bir kez daha bir filmi ile Cannes'da Altın Palmiye'ye aday. Böylesine kısa sürede Avrupa festivallerinde bu kadar görünürlük elde eden başka bir yönetmen var mı bilmiyorum doğrusu. Her ne kadar her filminde sanki aynı filmi mi izliyoruz hissi geçse de auteur olmak biraz da bu değil mi? Birkaç karakter var Kendim ve Sen'de ama özellikle bir adam var (gerçek adı Yoo Joonsang olan, filmdeyse sanırım Youngsoo) ve bu adamın sevgilisine çok benzeyen alkolik bir kadının mahallede adı çıkar ve bu adam o kadının kendi sevgilisi olduğunu sanır bu yüzden sevgilisinin kalbini kırar ve terk edilir sonra biraz pişman da olsa sevgilisine bir türlü ulaşamaz, çok sonraysa karşısına o alkolik kadın çıkar ve büyük olasılıkla onunla aşkı yeniden yakalar. Kaybettiği sevgilisi ile tekrar birlikte olduğu, hafızanın silindiği tuhaf ama çok hoşuna giden bir noktadadır, her şeye en baştan başladığını sanır tahminimce. Gerçi bu benim yorumum tabii, muhtelif yorumlara da açık film. Bir yandan da hayal ile gerçek arasında seyreden dokusunu da unutmadan... Elbet izleyicisinden çaba isteyen zor filmlerden ama ben Sangsoo'nun kesinlikle bu çabanın karşılığını verdiğini düşünüyorum. Tiyatroya fazlasıyla yaklaşan bir yaratıcı sinemasını yeğleyen yönetmeni keşke daha fazla insan izleyebilse diyorum. İşte bu yıl zorlu geçeceği tahmin edilen 70.Cannes'dan alacağı hacimli bir ödül, ki o ödül Altın Palmiye olursa böyle bir fırsat oluşacaktır.
Marco Bellocchio'dan Fai Bei Sogni (Tatlı Rüyalar) ICS'ye göre 2016'da gösterime girmeyen filmlerin en iyisiymiş. O da nesi demeyin. Uluslararası Sinefiller Birliği. Filmin ise anne sevgisinin yüceliğine vurgu yaptığı ifade edilebilir. Güzel genç bir anne 9 yaşındaki oğluyla hoşça vakitler geçirdiği bir gün aniden ölüverir ve bu oğlan hiç beklemediği bu boşluğun ağırlığını hayatı boyunca sırtında taşır. Sahi durduk yere annesi onu niye bırakıp gitmiştir. Hayatı boyunca bu öfke ve bazı soru işaretleri yakasını bırakmaz. Yazılar yazar, başarılı biri olur, sevdiği kadını da bulur gibi ama çocukluk baki kalır işte. Film yer yer ivme kaybetse farklı yollara sapmaya çalışır gibi yapıp geri dönse de küçük bir çocuk için annenin ne denli önemli olduğunu (üstelik hep var olacağı düşünüldüğü andaki kaybının) ve boşluğunun kimselerin kolay kolay dolduramayacağını akıcı bir senaryoyla anlatıyor, bittiğinde azımsanmayacak bir duygu yoğunluğu izleyiciye geçiyor. En azından bana geçti.
Berlin'in bu yılki Altın Ayı'lısı Testrol es Lelekrol (Beden ve Ruh) yine Berlin'de ödül almış ve yine Ankara Film Festivali'nde iki yıl önce izlediğimiz aynı isimli Polonya filminden oldukça farklı denebilir. Orada hayatla ölüm arasındaki paralellik burada başka bir bağlamda kullanılmış. Yine bir aşk filmi ve kimilerince Amour gibi Lobster gibi örneklerle kıyaslanan, benzerlerinden bir çırpıda farklılaşan, aşkın farklı yüzlerini görmek için sanata başvuranların elini boş döndürmeyen bir film, üstelik bir yandan hayvanlara yönelik bir ince duyarlık da var bu filmde... Birbirinden hoşlanan iki kişinin her gece aynı rüyayı gördüklerini fark ettikten sonra yakınlaşmaya başlamaları ilginç doğrusu. Biz de az da olsa bu rüyalara tanıklık ediyor, yönetmenin şiirsel dokunuşunu takdir ediyoruz, her ne kadar Beden ve Ruh tam anlamıyla soluksuz izlediğimiz bir film olamasa da.
Abbas Kiyerüstemi'yi dünyaya tanıtan filmlerden Nema-ye Nazdik (Yakın Plan) de festivalde yönetmenin anısına gösterildi. Kendisini ünlü yönetmen Muhsin Makfalbah olarak tanıtan bir adam minibüste karşılaştığı kadın ve ailesine filmine finansal destek sağlamaları takdirinde filminde oynatabileceğini söyler ama bir süre sonra Makfalbah olmadığı tahmin edilince tutuklanır. Film bize İran'da yönetmen olma heveslisi ama buna imkanı olmayan bir oyunbazın gerçek hikayesini anlatıyor. Filmdeki tüm karakterler gerçek ve kendilerini oynuyorlar. Sorgu sürecinde de durumun düşündürücü yönü izleyicilere sunuluyor. Yönetmenin filmi kurgulayışı (ki aynı zaman dilimini koşut kurguyla vermenin ilk örneği olabilecek bir sahne var) ve yarattığı estetik ile gerçek bir durumu filme aldığını göstermesi de sinema aracının kendisi üzerine düşünme olanağı sağlıyor. Yine de zanlının mahkeme salonunda sorgulandığı neredeyse kesintisiz, o upuzun dakikaların sinemasal alanı törpülediği ve sıkıcı olduğunu da belirtmeliyim.
Ayrıca Calin Peter Netzer'in filmlerini sevemiyorum galiba, önceki filmi Çocuk Pozu'nu da çok sevememiştim. Yeni filmi Ana, Sevgilim'i (Orjinali Fransızca, Ana, Mon Amour) de aynı şekilde. Çetrefilli bir ilişkinin yıllara yayılan halet-i ruhiyesini izlemekten usandık artık. Kabul, yönetmen hareketli kamerasıyla Romen Yeni Dalga'sına yakışır akıcı bir dil tutturmuş. Bir genç adam ve ruhsal dengesi biraz bozuk sevgilisi Ana'nın birlikteliklerinin gelişimi, çocuklarının doğumu ve büyümesiyle beraber Ana'nın psikolojisi düzelirken ilişki çatırdıyor, bu kez fedakar adamın psikolojisi bozuluyor. Geçen yıl izlediğimiz Maiwenn'in Mon Roi'unu ciddi şekilde andırıyor. Her yıl bu kadar çok çekilen aşk filmlerine ufak da olsa bir yenilik getiremedikten sonra da benim için pek bir şey ifade etmiyor.
Sonuç olarak bu festivalde 9 film izledim, festivalde gösterilen filmlerden 1 tanesini de daha önce izlemiştim.
Yıldız Tablosu :
Kendim ve Sen * * *
Tatlı Rüyalar * * *
Beden ve Ruh * * *
Yakın Plan * * *
Ana, Sevgilim * *
İz *
Tuz ve Ateş *
Kaygı *
Albüm *
Koca Dünya X
Abbas Kiyerüstemi'yi dünyaya tanıtan filmlerden Nema-ye Nazdik (Yakın Plan) de festivalde yönetmenin anısına gösterildi. Kendisini ünlü yönetmen Muhsin Makfalbah olarak tanıtan bir adam minibüste karşılaştığı kadın ve ailesine filmine finansal destek sağlamaları takdirinde filminde oynatabileceğini söyler ama bir süre sonra Makfalbah olmadığı tahmin edilince tutuklanır. Film bize İran'da yönetmen olma heveslisi ama buna imkanı olmayan bir oyunbazın gerçek hikayesini anlatıyor. Filmdeki tüm karakterler gerçek ve kendilerini oynuyorlar. Sorgu sürecinde de durumun düşündürücü yönü izleyicilere sunuluyor. Yönetmenin filmi kurgulayışı (ki aynı zaman dilimini koşut kurguyla vermenin ilk örneği olabilecek bir sahne var) ve yarattığı estetik ile gerçek bir durumu filme aldığını göstermesi de sinema aracının kendisi üzerine düşünme olanağı sağlıyor. Yine de zanlının mahkeme salonunda sorgulandığı neredeyse kesintisiz, o upuzun dakikaların sinemasal alanı törpülediği ve sıkıcı olduğunu da belirtmeliyim.
Ayrıca Calin Peter Netzer'in filmlerini sevemiyorum galiba, önceki filmi Çocuk Pozu'nu da çok sevememiştim. Yeni filmi Ana, Sevgilim'i (Orjinali Fransızca, Ana, Mon Amour) de aynı şekilde. Çetrefilli bir ilişkinin yıllara yayılan halet-i ruhiyesini izlemekten usandık artık. Kabul, yönetmen hareketli kamerasıyla Romen Yeni Dalga'sına yakışır akıcı bir dil tutturmuş. Bir genç adam ve ruhsal dengesi biraz bozuk sevgilisi Ana'nın birlikteliklerinin gelişimi, çocuklarının doğumu ve büyümesiyle beraber Ana'nın psikolojisi düzelirken ilişki çatırdıyor, bu kez fedakar adamın psikolojisi bozuluyor. Geçen yıl izlediğimiz Maiwenn'in Mon Roi'unu ciddi şekilde andırıyor. Her yıl bu kadar çok çekilen aşk filmlerine ufak da olsa bir yenilik getiremedikten sonra da benim için pek bir şey ifade etmiyor.
Sonuç olarak bu festivalde 9 film izledim, festivalde gösterilen filmlerden 1 tanesini de daha önce izlemiştim.
Yıldız Tablosu :
Kendim ve Sen * * *
Tatlı Rüyalar * * *
Beden ve Ruh * * *
Yakın Plan * * *
Ana, Sevgilim * *
İz *
Tuz ve Ateş *
Kaygı *
Albüm *
Koca Dünya X
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder