28 Mayıs 2017 Pazar

Naomi Kawase veya Hong Sangsoo'nun Palmiye'ye Uzanması Şaşırtmaz


2009 yılından itibaren düzenli olarak günü gününe takip ettiğim Cannes yılları içerisinde 2010 ve 2015 yılına ayrı parantezler açmak gerekmişti. Her yılın en iyi filmlerinin çok büyük kısmına ev sahipliği yapan festival bu yıllarda başyapıt olarak görmenin mümkün olduğu hiçbir film çıkaramamıştı, iyi denebilecek filmler de fazla değildi. Yine de 2010'da ödüllerin dağıtımından önce Tanrılar ve İnsanlar'ın, kısmen de Biutiful ve Başka Bir Yıl'ın diğerlerinden ayrıldığı söylenebilirdi, keza 2015'te Carol için benzer bir yorum yapılabilirdi, her ne kadar ben Dheepan'ı daha çok beğensem de. 70.yıl pastası ne yazık ki o zayıf yıllardan biri görüntüsü veriyor. İşin ilginç tarafı çok iyi olmasa da diğerlerinin biraz önünde denebilecek bir film de yok bu yıl. Evet her yıl bazı filmler eleştirmenleri böler ama bazıları üzerinde de büyük oranda konsensüs sağlanabilir, bu yıl her film eleştirmenleri bölmüş, neredeyse hepsinin (Jacques Doillon'un Rodin'i dahil) seveni var çokça da sevmeyeni var. İş böyle olunca da tarihin en bilinmez ödül dağılımına doğru yol alıyoruz.
Ben bu yıl Uzakdoğu'nun yılı olabileceğini düşünüyorum. Üstelik Naomi Kawase ilk olarak 1997 Cannes'ında Altın Kamera sonra 2007'de Büyük Ödül almış ve şimdi 2017, neden benim yılım geldi demesin, bir de favorinin olmadığı böylesi vasat bir yılı hazır yakalamışken. Filmin konusu da bu kanıyı güçlendiriyor, sinemanın da ham maddesi olan ışık üzerine, bir yönüyle sinema salonunda birçok insanla beraber film izlerken karanlığı delip geçen ışığın yarattığı o büyülü ortam üzerine bir film bu. Jüri başkanı Almodovar'ın Netflix tartışmalarında insanların filmleri sinema salonunda izlemesini ne kadar önemsediğini düşündüğümüzde neden olmasın diyorum, yabancı basında Kawase'nin Hikari'deki şiirsel yaklaşımını beğenmeyen çok olsa da, beğenisine güvendiğim birkaç yerli yazarın böylesi bir biçeme ne kadar saygı duyduklarını biliyorum.Diğer Palmiye'ye uzanabilecek isim ise Hong Songsoo, bana kalırsa 2015 yılında Şimdi Doğru Sonrası Yanlış adlı filmi Locarno yerine Cannes'da yarışsa o zaman da bu ödülü alabilirdi. Yine Geu-Hu ile üslubunu koruyan iyi filmlerinden birine imza attığını düşündüğümüzde Palmiye'ye uzanabilir, en kötü ihtimalle bir senaryo ödülü alabileceğini düşünüyorum. Bir önceki yazımda da filmlerinin sinemalara dağıtımının çok zor olduğu bu yönetmenin Cannes'dan alacağı ödülün önemine değinmiştim çünkü bu sayede daha fazla insan tanış olacak Hong Sangsoo ile, olmalı da demiştim.

Elbet Michael Haneke'yi de unutmayalım. En formsuz haliyle bile film çekse ödül alabilecek bir 7.sanat anıtı. Varsın Batı hayal kırıklığı desin, bence festivalin entelektüel yoğunluğu en yüksek filmlerinden biri Happy End. Çok beğendiğim bir yazar da evet pek beğenilmedi, çünkü bu film Aşk'a nazaran genel izleyiciye daha bir mesafeli diyordu. 3.Palmiye'yi alamasa da en azından 70.Yıl Özel ödülü gibi bir ödül ile ayrılması gerektiğini düşüyorum. Ayrıca Zvyagintsev, Campillo, Östlund ve Loznitsa'nın da çeşitli ödüllerde söz sahibi olmaları şaşırtmayacak diğer isimler olduğunun altını çizelim. Bir de bu yıl epeyce 'tür' filmi yapılmış. Şu Hollywood'un ilk zamanlarında izleyiciyi nasıl daha fazla filme çekeriz diyen tüccar kafasıyla farkına vardığı ikili 'yıldız ve tür olgusu'ndaki tür işte, ama malumunuz bu filmlerin pek bir derinliği olmaz, yer yer derinleşiyor gibi gözükseler de bir filmden tür filmi diye bahsediyorsak o film sığ bir filmdir. Bu yıl Ramsey, Safdie Kardeşler ve Fatih Akın bu klasmanda beklendiği gibi epey bir taraftar topladı, yani içi boş ama yönetmenin biçimsel marifetleriyle dikkat çeken tür filmlerinin en çok yönetmen ödülü almaya eğilimli olduğunu düşünürsek bu gruptan biri bu ödülü alabilir, Lanthimos da içi boş, varı yoğu sıra dışı olma çabasıyla belki bu ödül için düşünülebilecek diğer bir isim.
En çok üzüldüğüm konu da François Ozon'un en incelikli filmi Frantz'ı geçen yıl Venedik'e göndermesi, oysa uzun filmografisine karşın sadece 3.kez katıldığı Cannes Ana Yarışı'nda Frantz ile bu yıl Palmiye'ye uzanması işten bile değildi. Burada yarışan filmi L'Amant Double, Frantz ayarı değil ama tür filmlerine göz kırpan ortalama bir Ozon'un bile, hele ki Almodovar sinemasıyla bazı benzerlikleri düşünüldüğünde ödül alması beklenmelidir.   
    
Ödül Verme Kuralları

Son yıllarda bu konuda yine epeyce yol kat edildi, ama yine de Cannes'da filmleri izleyen bazı kişilerin dahi bu kuralları tam bilmediğini, ödül gecesi niye öyle oldu böyle oldu gibi ifadelerine şahit oluyoruz. Buraya da yazalım ki Cannes'ın web sitesinde yazılı olan kuralları okumayan birilerinin burayı okuyacağı tutar belki, ne polyannacılık ama!

-  Ana yarışmada jüri bir filme kendi belirlediği özel ödülü ayrıca vermek istemediği takdirde 7 kategoride ödüller verilmektedir. Bunlar;
   Altın Palmiye, Büyük Ödül, Yönetmen, Jüri Ödülü, Senaryo, En İyi Aktrist, En İyi Aktör.
- Altın Palmiye ödülü tek bir filme gitmek zorundadır.
- Sadece ödüllerden biri iki film arasında paylaştırılabilir.
- Senaryo veya Jüri ödülünü alan filmden biri oyuncu ödüllerinden birini ya da jürinin belirlediği özel bir ödülü alabilir. Bu da Altın Palmiye, Büyük Ödül ve Yönetmen ödülü alan filmin başka bir ödül alamayacağı anlamına gelir.

David Lynch Meselesi

Cannes'ı yerinden takip eden biri festivalin bu yılki jeneriğinde (görüntülemek isterseniz burayı tıklayın) merdivenlere yazılan yönetmenlere ithafen Nuri Bilge Ceylan'ın Michael Haneke ve David Lynch arasında olmasını olumlamıştı. En üstte de David Lynch vardı, bende Cannes'da daha başarılı olmuş Haneke, Dardenne'ler ve Ceylan varken niye Lynch en üstte diye hayıflandım aslında, twitter'daki 'Linç'severler pek rahatsız oldu tabii, çok seviyorlamış 16 yıldır sinema film çekmeyen bu yönetmeni. Hımmm...İzlediklerim arasında sevdiğim bir filmi yok açıkçası, üstelik sinema perdesinde 1 tane filmini bile izleyemediğim birini küçücük ekranda izleme motivasyonum da yok, sinema filmiyse bunların adı, adı üstünde sinema perdesinde izlenmelidir. 'Linç'sever gençler de onlineizle.com, torrent vs. gibi platformlarda izliyor zaten ve çok sevdiklerini söylüyorlar, umarım bir gün bu yönetmen üzerine uzun uzun yazarlar da ben de nesini sevmişler öğrenirim, belki bende severim belli mi olur. Ne önemi var canım sinema perdesinde gösterilmesi için yapılmış filmi küçücük ekranda izlemişlerse de, çok seviyorlarmış işte... Neyse sonuçta yaptığı sinemayı sevemediğim biri Lynch, üstelik asıl izlenmesi gereken yerde, sinemada izleyemediğim için daha da uzaklaşmış olabilir bana, öyle ki 1990 yılında Altın Palmiye aldığını bile bilmiyordum, öğrenince şaşırdım. Bunu da garipsediler, nasıl bilmezmişim Lynch gibi yönetmenin Palmiye kazandığını, he canım işim gücüm yok sinemanın en büyük ödülünü almış filmleri sinemada izleyemeyeceğimi bile bile açayım arşivi yıl yıl ezberleyeyim, sebep? Öyle bir şey yapsam bile gözümden kaçacak ilk kişilerden biridir Lynch. Hatta Pulp Fiction ve Piyanist gibi filmlerin Palmiye aldığını bilirim de sinemaya yaklaşımlarını beğenmediğimden bazen sanki almamış gibi düşünürüm, bilinçaltımın almamalıydı almamalıydı ısrarının çıktısı mı acaba? En nihayetinde bir sanatçı hangi sanat dalında olursa olsun üretiyorsa o sanat dalı adına yaşıyordur, hele sinema gibi çağın bir sanatıysa bu...Lynch'in sinema filmi üretmesine görünür hiçbir engel yok, ama beyefendi tv dizisi üretmeyi tercih ediyor ve benden onu bir sinemacı olarak ciddiye almam bekleniyor öyle mi? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder