18 Eylül 2012 Salı

Koza'da Yarışmanın İlk Günü


İlk izlediğimiz 3 yarışma filmi içinden 2'si ilk filmlerini yapan kadın yönetmenlere aitti. Bunlardan Yabancı bir ilk filmin çocuksu acemiliğini bir çırpıda geçen sinema diliyle dikkat çekti.
Altın Koza'da yarışma filmlerinin yoğunluğu başladı. Festival başlamadan önce bu seneki mahsülün geçen seneden daha iyi olma ihtimalinin yüksekliğinden dem vurmuştuk. Bugün izlediğimiz 3 film de bu tahminleri boşa çıkarmayacak sinyaller verdi. Aman diyelim nazar değmesin. Türkiye prömiyerini Altın Koza'da yapan Filiz Alpgezmen'in elinden çıkma Yabancı Fransa'da yaşayan Türkçeyi bile doğru dürüst konuşamayan bir kızı odağına alıyor. Babası 80 darbesinde Fransa'ya irtica etmiş, vatandaşlıktan çıkarılmış, memleket özlemiyle yanıp tutuşmuş bir solcu. Kızı da babası annesini Türkiye'ye getiremeyip Fransa'da gömmek zorunda kaldığı için babasını Türkiye'ye gömmek için büyük çaba sarfediyor. Cenazeyi ülkeye getirip bürokratik engellere takılıyor, uğraşıyor, çeşitli yollar deniyor ama olmuyor, bunalıyor ve vazgeçme noktasına geliyor. Tam da bu noktada ona ilgi duyan bir yakının tanıdığı bir oğlanla hiç görmediği amcasının yanına gidiyor. Aslında film birbiriyle ilintili 2 bölüm olarak da düşünülebilir. Film bittiğinde Filiz hanım Türkiye'den umudu kesmiş dedik, bu ülkede yaşanmaz, yurtdışındaysan ve bir şekilde yolun düşerse de bir an önce kaç demek istiyor gibi. Teknik olarak oldukça başarılı film. Fransız sinemasının alametifarikası omuz kamerasını etkili şekilde kullanmaya çalışmış. Bundan sonraki filmlerin akıbetini henüz bilmediğimiz için ödül/ödüller alabilir mi, kestirmek zor. Fakat geçen seneki ilk film facialarından birini yaşatmadığı kesin. Özellikle son bölümde yönetmenin giderek dindarlaşan toplumun altını kalınca çizerek göstermesi de bu tarz hassasiyetleri olan laik-kemalist/ulusal sol diyebileceğimiz kesimin filme ayrı bir sempatiyle bakmasını sağlayabilir.
Günün diğer bir yarışma filmi de Belmin Söylemez'in Şimdiki Zaman'dı.
Hayatın içinde maddi-manevi sıkıntılar yaşayan kadın karakter/lerin hikayesi denebilir. Ana karakterin Abd'ye gitmekle, para kazanmak arasında sıkışmış hayatına bir falcı ilanı karışır ve fal bakmaya başlar. Aslında her baktığı falda kendi geleceğini görmeye çalışmaktadır. Ne tuhaftır ki fallarına baktığı kadınlar da ona benzer ve memnun kalırlar faldan. Film özellikle ülkedeki kadınların ruh halinin benzerliğine ve kader ortaklığına dair bir şeyler söylemeye çalışıyor. Başrolde iyi bir oyuncu ve yaratıcı enstantaneler aracılığıyla yapıyor bunu, ülke sinemasının son derece cılız ikliminde hiç de fena bir ilk film değil dedirtiyor ve böylece 2 kadın yönetmen de ilk filmleriyle seçkide olmayı hakettiklerini ve sinemalarıyla geleceğe dair umut taşıdıklarını muştuluyor.
Kekremsi Bir Demirkubuz
Diğer bir izlediğimiz film de Zeki Demirkubuz'un Yeraltısı idi. Dostoyevski'ye alabildiğine sadık bir serbest uyarlama gerçekleştirmiş. Modern zaman insanının ruh halini referans aldığı kitaptan yola çıkarak fena da anlatmamış aslında. Fakat ülke sinemamızdaki ciddi sorunlardan biri bu filmde de mevcut: Ritim sorunu. Özellikle sonlara doğru film gerektiğinden o kadar yavaş akıyor ki; sanıyorum bu Demirkubuz sinemasında da bir ilk, onun sinemasında diyalogsuz, hareketsiz bu kadar uzun boşluklar görmeye alışık değiliz. Şayet filmin satır aralarında da okuduğumuz kadarıyla Nuri Bilge Ceylan vb. ödüllü yönetmenlerin sinemasına atıfta bulunmak istiyorsa, son derece gereksiz, yapmacık bir tavır olmuş bu. Örneğin Antonioni'nin ünlü L'elisse filminin açılış sekansının bir yerinde sevgililerin ayrılışında duvarı çerçevenin ortasına yerleştirir, duvarın iki tarafındaki odaları tek planda göstererek anlatır. Burada da benzer bir olay final planında gerçekleşiyor. Acaba Demirkubuz benim diyalog manyağı sinemamı yeğlemiyorsunuz, alın size hikayeyi mizansen kurgusunda anlatıyorum. Bende gerekirse böyle bir sinema yapabilirim mi demek istemiş. Sanki biraz öyle gibi. Yemek sahnesi başta olmak üzere birilerine öfkesini kusmuş. Kuşkusuz son derece zekice bir yol bu, sanat tarihinde birçok örneği var ama Muharrem karakterinin sofrada dediği gibidir belki de en doğrusu ''fazla kasmaya gerek yok'' olmuyorsa olmuyordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder