20 Eylül 2012 Perşembe

Festival Bu Sene Mutlu Ediyor



İsmail Güneş'in Ateş'in Düştüğü Yer adlı filmi töre cinayeti meselesini bir baba ve kızın yol hikayesi üzerinden anlatırken izleyicisine güçlü bir duygu geçirmeyi başarıyor.
Altın Koza'nın yarışmadaki 3.günü geride kaldı ve son gün filmlerinin bize korkunç sürprizler yapmaması halinde bu seneki seçkinin geçen senenin epey üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Haliyle izlediği filmin bir ödül alabileceği hissini duymak bir festival izleyicisinin en büyük mutluluğudur. Bugünün en etkileyici filmi kuşkusuz Ateş'in Düştüğü Yer idi. Evlilik dışı ilişkiden gebe kalan ve sevdiği adam gidip bir daha dönmeyen kız 13 haftalık olunca hastaneye kaldırılır ve ailesi durumu öğrenir. Babası kabullenemez ve kızını öldürmeyi kafasına koyar ama kızı bunu bilmez. Kızını öldürmek için dayına gidiyoruz bahanesiyle yola çıkarlar ve bu süreçteki yol hikayesi filmin büyüklüğünü apaçık bizlere gösterir. Kieslowski'nin haletiruhayesi dalgalanan ve vicdanıyla hasaplaşmak zorunda kalan karakterlerini hatırlatan bir çalışma yapmış Güneş. İzleyicisinin duygularını pataklamayı iyi bildiği kesin. Sinemasındaki mizansen yaratma yeteneğini de bir adım yukarı taşıyan Güneş'in filminin en büyük gücünün sımsıkı örülmüş, bir an bile gözümüzü kırpmamıza izin vermeyen senaryosuna borçlu olduğunu söylememiz lazım. Ateş'in Düştüğü Yer'in istenmeyen gebeliğe değinen 3.film olmasını Tayyip'in ünlü ''kürtaj cinayettir'' çıkışının bir tezahürü olarak düşünenlerse yanılacak, çünkü kürtaj meselesini irdeleyen 3 film de bu tartışmalardan önce tamamlandı. O zaman takdiri ilahi mi demek lazım acaba?
Günün diğer ilgiye değer filmi de İki Dil Bir Bavul'un yaratıcılarının Babamın Sesi adlı ikinci çalışmalarıydı. Festivalde dün izlediğimiz Anadilim Nerede gibi o da dil üzerine eğildi. Yalnız bunu oldukça özgün hatta izleyicisini zorlayabilecek tarzda geçmişin kaset kayıtları yardımıyla gerçekleştirince, bellek ve acılar üzerine yapılmış bir film olarak beğenimizi kazandı. Kürt meselesine, düşmanlığın köklerine dair mümkün olduğunca objektif yaklaşmaya çalışan, kendi ana-babasının bizatihi deneyimlerinden handiyse kurmaca diyebileceğimiz tat da, iyi niyetli bir film çıkarmış yönetmenleri. Bir kez daha ''Yılmaz Güney'' ödülü alırlar mı bilinmez fakat küçükte olsa bir ödül almasını isterim doğrusu.
Ustalar Beni Ortadan İki Parçaya Ayırdı, Sevdim mi Bilemedim?
İlk usta Derviş Zaim'di. Devir ile belgesele çok yaklaşan hatta şu ana kadar ki filmler içinde bizce belgesele en çok yaklaşan ''kurmaca bir film'' yapmış Zaim. Burdur Hasanpaşa köyünde çıkış tarihi bilinmeyecek kadar eskiye dayanan kırmızıya boyanmış koyun yarışlarını anlatıyor, temel odak bu. Bunu anlatırken maden kurulması, doğanın katli gibi doneler de mevcut. Örneğin taşı toplayamayıp, sentetik boya kullanmak zorunda kalmaları gibi sahneler var filmde. Fakat yetersiz kalıyor sanki. Tabii ki elindeki aracı kullanmayı iyi bilen olgun bir yönetmenin filmi olduğu hissini de geçiriyor. Yine de beni iki parçaya ayırdı, sevdim mi sevmedim mi bende anlayamadım. Sanırım pek sevemedim. Diğer benzer duyguları daha yaşlı bir usta Erden Kıral yaşattı. Yük adlı karmaşık duygusal ilişkiler ağını anlatmaya yeltenen; ses kurgusu, oyunculukları ve atmosferiyle izleyeni alıp götüren fakat senaryosuyla izleyicisini yarımyamalak ortada bırakan bir film yapmış.Bunun yönetmenin kasıtlı tercihi olduğu belli. Ama sanat filmi yapıyoruz diye bu kadar boşluk bırakılması ne kadar doğru olabilir ki. Resmen 80 dakikalık filmin diğer 40 dakikasını siz kafanızda çekin diyor yönetmen. Yine de bir hatta birkaç ödül (yan jüriler vs.) alırsa şaşırmamak lazım. Çünkü madencileri anlatan bir film gibi gözükse de, film hayalle gerçek arasında gidip gelen alacalı yapısıyla bütün madenin bir metafor olarak kullanıldığı şu ana kadarki en tuhaf film olarak karşımızda durmakta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder