24 Eylül 2011 Cumartesi

Koza'da Politik Rüzgarlar

Gelecek Uzun Sürer'le yönünü farklı yerlere çeviren festival programı, yine o istikamet de ilk başta Yurt'la arkasından da radikal bir belgesel olan Simurg'la politik sinemanın birbirine zıt denebilecek iki örneğini bizlerle buluşturdu. Türkiye'nin ilk Altın Palmiyeli oyuncusu, Nuri Bilge Ceylan'ın arkadaşı Muzaffer Özdemir'in yazıp yönettiği ve oynadığı Yurt'u izlerken hiç beklemediğimiz bir pırlanta bulduğumuzu sandık, daha sonra ise biraz yanıldığımızı anladık. Film yine de dingin estetiği, çevre sorunlarına duyarlıkla birleştiren hoş bir sürpriz olarak görülebilir.
''HES'' açılımı Hidroelektrik Santralleri, suyun enerjisinden yararlanarak elektrik üreten yapılardır. Bunun için bir çok hayvanın doğal yaşam alanına müdahale edilir, onlar ölür, bölgenin ekolojik dengesi bozulur. Tabii ülkenin başında olanlar için önemli olan şeyler bunlar değildir, başka şeylerdir. Filmin odağında bu var; depresif bir mimarın doktor tavsiyesiyle çocukluğunun geçtiği yerlere yaptığı seyahati anlatan film, biçimiyle Nuri Bilge Ceylan'ın Mayıs Sıkıntısı'nı andırıyor, hele doğanın katline dair vurgular da gelmeye başlayınca heyecanımızı bir hayli arttıyor olsa da, film başlarda yakaladığı ritmi sürdüremiyor, sanki çabuk yoruluyor, bir yerden sonra sıkıcı oluveriyor. Ancak doğanın dingin güzelliği, bu sefer taşranın sıkışmışlığına değil de doğanın kendisine dönünce, yönetmenin farklı bir şeyler yapmak istediğini anlıyor ve seviniyoruz. Vasat ve vasat altı filmlerin olduğu seçkide bir ödül gelmeli diyoruz. Jürinin de böyle düşüneceğini tahmin ediyoruz, bir 'En İyi Görüntü Yönetmeni' ödülü neden olmasın.
Yarışmalı bölümün ikinci ve son belgeseliyse 1996 yılında ölüm oruçlarında sağlıklarını geri dönülemez bir şekilde kaybedip Werniche Korsakof hastalığına yakalanan bir grup arkadaşın 2000'deki ölüm oruçlarında bir araya gelmesini anlatan Simurg; sadece bunu anlatmakla kalmıyor onların bu gününü de kayda alıyor, 2000 yılında ''Hayata Dönüş Operasyonu'nda o zamanlar açığa çıkmamış bir çok görüntünün eklendiği film, festivalin tartışmasız en sert filmiydi, içimizi dağladı.Filmle ilgili en çok üzüldüğüm sahnelerden biri, Bülent Ecevit'in elinde hiçbir silah olmayan, devlete karşı tepkisini kendi vücudunu ölüme yatırarak gösteren insanlara; artık teröristler devletle başa çıkamayacağını anladı şeklindeki ifadesi. İnsan hayatı herşeyden değerlidir, eğer bir insan başka kimseye zarar vermeyip kendini ateşe atıyorsa orada durup düşünmek gerekir. Bu film onu yapmaya, bunun da ötesinde o zaman yaşananları dibine kadar göstermeye kalkıyor. Eli ayağı tutmayan, konuşma güçlüğü çeken bu insanlardan hala terörist olarak bahsedilmesi üzücü, üstüne üstlük bu insanları gösterimin yapıldığı salonda önümüzdeki koltukta bizzat görmemiz de, gerçeğin yıkıcılığını katbekat arttırdı. Filmle ilgili eleştirilerimiz ise özellikle 2000 yılında çekilen parçaların biraz amatörce olması ve yer yer slogan atmaya kalkışması. Tahminimiz yönetmen Ruhi Karadağ'ın Yılmaz Güney Ödülü'ne elini uzattığıdır.
İlginç bir şekilde hemencecik favoriler arasına giren bir film de Onur Ünlü'nün Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi idi, adıyla bile insanda tuhaf hisler uyandıran bu film bir anayasa profesörünün genç yaştaki eşini öldürmesi sonrasında ailesi ve çevresinin ve tabii ki kendisinin komik hikayesiydi. İlk gün Memleket Meselesi için söylediğimiz absürde kaçmaya çalışıyor ama kaçamıyor ifadesinin ters karşılığı gibi bu film. Absürdün içinde yüzüyor, geçmiş Türk filmleriyle dalgasını da bir güzel geçiyor, izleyende saçma sapan, garip, uçuk gibi hissiyatlar yaratsa da bütün saçmalığın arkasında bir toplumsal eleştiri okumak da mümkün. Şahsen kendi adıma daha ciddi filmleri yeğlesem de Onur Ünlü'nün büyük titizlikle ördüğü öyküsünü beğenmedim diyemem. Bu akşam açıklanacak ödül listesindeki 'En İyi Senaryo' dalının en güçlü favorisi. 'En İyi Yönetmen' ve 'En İyi Kurgu'dan biri de gelirse pek yadırganmaz sanıyoruz.
Dün galası yapılan bir başka film ise Eylül. Hasta eşi Aslı ve onunla hastanede aynı odayı paylaşan güzel Elena arasındaki sıkışan bir adamın hikayesi gibi özetlenebilir. Fakat film gerektiğinden fazla ağır akıyor, epey daha devam etmesi gerekirken sona eriyor. Şayet bu kadar ağır akan bir anlatıyla, senaryonun ince işlenmesi gereken böyle bir öykü 84 dakikaya sıkıştırılmaya kalkışılırsa, tatmin olmayız. Yazık olmuş deriz. Salondan da çok fazla olumsuz tepkiler alan filmin yönetmenine, söyleşi sırasında bir konuğun sizi tebrik ediyorum gerçek bir başyapıt demesi de ilginç bir anekdot olarak hafızamıza kazındı. Bugün izlediğimiz ilk film olan Aşk ve Devrim'den bahsetmek bile istemiyorum, amatör bir öğrenci filminden pek de farkı olmayan bu çalışmada, yönetmenin ne anlatmak istediği belli bile değil, belki de bir şey anlatmak istemiyordur. Senaryo olarak da görsel açıdan da vasatın altında olan filme geniş ödül yelpazesinden hiçbir ödülün gelme ihtimali yok. Böylece yarışma filmleri de bitmiş oldu.
BİZİM ÖDÜLLERİMİZ: EN İYİ FİLM: GELECEK UZUN SÜRER, JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ: VÜCUT, EN İYİ YÖNETMEN: GELECEK UZUN SÜRER, EN İYİ SENARYO: CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKAYESİ, EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ:YURT, EN İYİ KURGU: CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKAYESİ, EN İYİ SANAT YÖNETMENLİĞİ:TÜRK PASAPORTU, EN İYİ KADIN OYUNCU: VÜCUT, EN İYİ ERKEK OYUNCU:GELECEK UZUN SÜRER, EN İYİ MÜZİK: GELECEK UZUN SÜRER, YILMAZ GÜNEY ÖDÜLÜ: SİMURG
Bakalım jüri bizim gibi düşünecek mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder