20 Eylül 2011 Salı

Altın Koza'da sönük başlangıç

Türkiye'nin 2 prestijli film festivalinden ilki nihayet sinemaseverlere kapısını açtı. Aslında Antalya'dan sonraki ikinci prestijli film festivali demek daha doğru Adana için çünkü bir türlü devamlılığı sağlayamamış olması, birileri tarafından sürekli kesintilere uğratılmasının bunda payı büyük. Ancak şu da bir gerçek ki, geçtiğimiz sene meydana gelen Mavi Marmara saldırısını fırsat bilen 'büyükbaş aymazlar'ın iptal ettirdiği, daha sonra Eylül'e ertelenen ve ondan sonra bu yıl da Eylül'ü zapt eden Altın Koza için bu durum bir fırsata dönüşebilir, Filmekimi'nin 10.yılı ile çakışan, özellikle Nuri Bilge Ceylan'ın bir hayli soğuduğunu bildiğimiz, geçtiğimiz haftalarda çok da heyecan yaratmayan bir yarışma programının açıklandığı Antalya Portakalı'nı kağıt üzerinde de olsa yiyebilecek bir seçki var Çukurova'da. Başvuran 43 film arasından 14'ü yarışmaya hak kazanmış. Üstelik 4 tanesi hariç diğer 10 filmin bakir olması da en önemli atılımlardan biri. Tabii kazanan filmlerin rekor düzeyde ödüller alacak olmasının da bunda payı yok diyemeyiz.Bir Zamanlar Anadolu'danın Türkiye Prömiyeri ve 1.Sinema Kongresi'ne girmiyorum bile. Umarız bundan sonra daha aklı selim insanların, aydınlar ve sanatçıların öncülüğünde tavizsiz büyür.
Festival farklı bölümleriyle Dünya'nın bir çok yerinden filmlere ev sahipliği yaparken, bunların bir kısmının özellikle Türkiye prömiyerleri olmasına dikkat edilmiş.
Bizi ilgilendiren bölüm ise, hemen herkesin de merakla beklediği 14 filmin altın'dan yapılmış pamuk kozasına ulaşmaya çabaladığı ve bununla birlikte mini bir servet olarak adlandıracağımız parasal ödüllerle önlerini -çok ciddi düzeyde- açmaya çalıştıkları ''Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'' adlı bölüm, kıyası hiçbir şekilde mümkün olmasa da uluslararası arenada, örneğin Cannes'daki karşılığı Palmiye, Venedik'teki ise Aslan olan, Antalya'da Portakal burada Koza olan bölüm. Ana Bölüm kısaca. Bu bölüme ait izlediğimiz ilk filmse tam bir düş kırıklığı yarattı. İsa Yıldız ve Murat Onbul'un yönetmenliğini üstlendiği, gerçek bir olaya dayanan Memleket Meselesi ne yazık ki gerçek öykülerin çekici dinamizminden nasibini alamamış. Emekliliğini bekleyen bir öğretmenin genç bir polis tarafından dövüldükten sonraki hak arayışını konu ediyor film, ancak hikaye tuhaf bir şekilde yan karakterlerin sonuçsuz hayatlarına girip girip çıkıyor, karşımızdakinin bir vodvil uyarlaması olmadığı gibi biraz absürde kaçtığını da kabul etmek zorundayız. Ancak 100 dakikalık süresine bunu da adam akıllı yediremiyor, geriye oldukça yavan, gerçeklikle yapaylık arasında sallantıda duran bir film çıkıyor, şayet televizyonda izlesek kabul edebiliriz ama sinemada olmaz, hele bir festivalin yarışmalı bölümünde katiyen. Ahmet Uğurlu'ya saygımızdan izlediğimiz bu filmi yetkililerin neden yarışmalı bölüme aldıklarını sorar, filmin senarist ve yönetmenlerine Acı Hayat, Gazi gibi Tv dizilerini yazmaya veya video klip yönetmeye devam etmelerini salık veririz.
İkinci 'Issız Adam'lar faciası: Yarışmalı bölümün ikinci filmi de ilki gibi, bakir değildi ve gerçek bir hikayeye dayanıyordu. Ülkemizdeki birçok insanın şimdiden 'kült' mertebesine çıkardığı Kaybedenler Kulübü'nden bahsediyoruz. Jüriden ödül çıkmayacağını ummuduğumuz, ancak halkın oylarıyla belirlenen izleyici ödülünü alma ihtimalinden korktuğumuz film tam bir fiyasko. Çağan Irmak'la başlayan sözde entellektüel, sözde yalnız, kadınları mıknatıs gibi çeken adamlara iki kişi daha eklendi: Kaan ve Mete. Birinin yayınevi var diğeri bar işletiyor. Bir radyo programı bulmuşlar, karşılıkla sohbet ediyorlar ve zamanla reytingler alt üst oluyor. Her arayan kıza, seninle yatmış mıydık? yalarım vs. gibi son derece laubali cümleler sarfediyorlar, gerçekten de hemen her kızla yatıyorlar. O bar benim, o kız senin, bir zevk ü sefa durumu hakim yaşamlarına. Kısacası bir insanın yaşayabilmesi için zorunlu olan bütün ihtiyaçları fazlasıyla karşılanıyor. Ancak Issız Adamlar ya, bir kez beraber oldukları kızın adını bir daha hatırlamayabiliyorlar, bir kez daha birlikte olmalarına bile gerek yok çünkü kapıda en güzelinden bir tane daha var. Şimdi isyan etmemek mümkün değil. Bu nasıl kaybedenliktir, cinselliği bastırmak zorunda kalmış-bu yüzden abazanlık diye bir deyişi türeten- yüzbinlerce gencin yaşadığı müslüman ülkede, her kıza sahip olabiliyorsunuz ama biz hep bir başkasıyla yatmak istiyoruz o yüzden düzenli bir aile hayatımız olmuyor diyebiliyorsunuz. Bu yüzden kaybedenlik diye bir şey ortaya atıyorsunuz. Onu da geçtik, yaşadıkları yirmi milyona yakın İstanbul'da işsiz gençlerden, sokakta yatmak zorunda kalanlara, engellilere... O kadar büyük ve çaresiz bir insan populasyonu var ki; sizinki de hikaye mi dememek elde değil. Maalesef yeni trend bu, binlerce Issız Adam'dan sonra binlerce 'Kaybedenler Kulübü' üyesinden biri olmak için can atanlarımız olacaktır bu filmi izledikten sonra. Peki bu filmin bir festivalin ana bölümünde olmasının anlamı nedir? Biz bulmakta zorlandık. Tahminimiz odur ki; Derviş Zaimli jüri de bulmakta zorlanır, popülist davranmaz ve bu filmi ödül listesinin yukarılarına taşımaz. Sonuç olarak gerçek anlamda start alan Altın Koza ilk filmleriyle bizi üzdü ama daha çok yolumuz var, değerli pırlantaları bulabileceğimize dair inancımız sürüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder