23 Eylül 2012 Pazar

Sonuçları Değerlendirme


Sürprizin En Güzeli Başımıza Gelirken Araf'ın Unutulması Yenilir Yutulur Değil
Altın Koza'da ödüller sahiplerini buldu. Bu seneki ödüller dağıtılmaya başladıktan sonra jüri ne kadar tutarlı gidiyor, hiç sürpriz yok diye şaşırmıştık. Ta ki ''Yılmaz Güney'' ödülüne kadar böyle devam etti ama açık şekilde jürinin bombalarını son 2 ödüle (1.lik ve 2.lik) sakladığını gördük.
Genel olarak baktığımızda tartışacağımız çok fazla karar yok aslında, son iki ödüle kadar kendi dallarında öne çıkan filmler kazandı. Araf'ın genç oyuncuları, Siirt'in Sırrı'ndaki kurgu, Lal Gece'nin İlyas Salman'ı, Gözetleme Kulesi'nin Nilay Erdönmezi, yine Gözetleme Kulesi'nin görüntü yönetimi ve yönetmenlik ödülleri benim kişisel ödül listemle çakıştı. Ancak senaryonun Babamın Sesi'ne gelmesi bu alandaki başarılı Araf ve Ateş'in Düştüğü Yer gibi filmleri devre dışı bıraktı. Kanımca Ateş'in Düştüğü Yer'in senaryo ödülü dışında pek de iddiası olmadığı için, daha doğrusu yönetmen, Yılmaz Güney ve en iyi film gibi dallara daha çok yakışan filmler olduğu için ödülsüz döneceğini anlamıştık. Ancak ''Yılmaz Güney'' ödülünün oldukça başarılı bir ilk film olan Şimdiki Zaman'a gelmesi bütün hesapları karıştırdı. Açıkçası, bir şekilde gençlerin maddiyat sorunlarıyla ilişkili bir film olarak bu ödüle uygun olmadığını söylemek biraz haksızlık olur. Hep daha keskin politik damarı olan filmler bu ödüle layık görülür ve bu yüzden en uygunu Babamın Sesi'ydi belki ama yönetmenleri bir önceki filmleriyle bu ödülü de almışlardı, yine aynı ödül olur muydu? En yakışanı o olduğu için başka seçenek öngöremedik ama jüri onlara bu haktan fazlasını vererek güzel bir sürprize imza attı. Güzel bir sürpriz, çünkü filmden sonraki yazımda da dile getirdiğim gibi gerçekten belge değeri taşıyacak bir eserden sanat sinemasının derinliklerine inen, bu ülkenin acılarını bellek üzerinden anlatmaya çalışan ve küçükte olsa bir ödül almasını istediğim bir filmdi, ödüllerin en büyüğünü aldı. Son derece mütevazı koşullarda çekilmiş ve usta işi yönetmenlik hamlelerinin uzağında/ henüz olgunlaşmamış bir dili olması, en iyi filme layık görülebileceğini aklımıza getirmedi. Buna karşın filmlerin düzeyinin yüksek olduğu bir şenlikte, hatta ülkenin zor zamanlardan geçtiği böyle dönemlerde böyle bir filmin öne çıkarılması da ayrıca anlamlı. Yine de hemen her yönüyle çok yetkin bir film olan Araf da en azından yine Babamın Sesi'ne gelen senaryoyu alabilirdi, önemli 2 ödülün aynı filme gitmesi güçlü bir seçkinin demokratikliği açısından da sıkıntılı ya da daha soğuk baktığımız bir ihtimal kayda değer 3 ödül alan Pelin Esmer'in yönetmenlik ödülü Araf'a verilebilirdi. Cannes gibi büyük festivaller bu tarz sıkıntıları en önemli 2 ya da 3 ödülden sadece birini alan filme başka ödül verilmesini yasaklayarak sağlayabiliyor. İleriki yıllarda böyle uygulamaların ülkemizde yapılması daha sağlıklı sonuçların ortaya çıkmasına katkı sağlayabilir. Sonuçta sinemanın anlatım araçlarına hakimiyeti bakımından festivalin en güçlü filmiydi Araf, küçük ödüllerle geçiştirilmesi, hem güzel bir sinemasal deneyimi harcadı, hem de yönetmeninin girdiği olgunluk döneminin görmezden gelinmesi anlamına geldi. Yine bizden ödül çıkmayan ama bir ödül alabileceğini özellikle yan jürilerden taltif görebileceğinin altını çizdiğimiz Erden Kıral'ın Yük'ü de bizi haksız çıkarmadı. Film yönetmenleri jürisinin (film-yön) ödülünü kaptı.
Film-yön'ün diğer ödülü ve Siyad ödülü de oy çokluğuyla Şimdiki Zaman'a gidince festivalin ikincisi de net bir şekilde Şimdiki Zaman olmuş oldu. Şimdiki Zaman'ın bu kadar parlatılması bazılarına abartı gelse de film resmen 3 ayrı jüriden de taltif görerek, ulaşılması zor bir başarı elde edip çok da tartışma götürmeyecek bir konuma yerleşti. Ödül dağılımına baktığımızda festivalin üçüncüsü de Gözetleme Kulesi oldu diyebiliriz. Yeraltı'na tüm artılarına rağmen bir türlü ısınamayan benden ödül çıkmamıştı. Jüri filmin en büyük kozu Engin Günaydın'ın ödülünü İlyas Salmanla paylaştırınca film dolaylı da olsa yarım bir ödülle yetinmek zorunda kaldı. Benim Araf'ın unutulmasına duyduğum hissin benzerini Yeraltı için duyanların sayısı hiç de az değil. Yine jürinin geçiştirdiğini düşündüğüm Reis Çelik'in Lal Gecesi'nin ''izleyici ödülü'' alması ayrıca anlamlı oldu. Özetle 2 sürprize rağmen, en iyi ödülleri alan filmlerin de oldukça başarılı olması sebebiyle çok da yadırgamıyor, üzülemiyor geçen seneye nazaran daha iyi kararlarla bir Altın Koza'yı noktaladığımızı düşünüyorum. Ağır topların, kusursuza yaklaşmaya çalışan sinema deneyimlerinin aksine gençlerin çok hevesli yaratıcı yeteneklerini, ülke insanının can alıcı sıkıntılarıyla birleştirebilen sanat sinemasının zaferi diyebiliriz. Festivallerin bu yönünü özenle koruması gerektiğinden değerli bir durum bu.
Tüm ödüller: En İyi Film Ödülü: Babamın Sesi En İyi Yönetmen Ödülü: Pelin Esmer (Gözetleme Kulesi) En İyi Senaryo Ödülü: Orhan Eskiköy (Babamın Sesi) En İyi Erkek Oyuncu Ödülü: İlyas Salman ve Engin Günaydın En İyi Kadın Oyuncu Ödülü: Nilay Erdönmez Jüri Özendirme Ödülü: Evin Demirhan (Siirt’in Sırrı) En İyi Yar. Erkek Oyuncu Ödülü: Menderes Samancılar (Gözetleme Kulesi) En İyi Yar. Kadın Oyuncu Ödülü: Laçin Ceylan, Nihal Yalçın En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü: Özgür Eken (Gözetleme Kulesi) En İyi Kurgu Ödülü: Öner Biberkökü, Kristen Stevens (Siirt’in Sırrı) En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü: Osman Özcan (Araf) En İyi Müzik Ödülü: Verilmedi Yılmaz Güney Ödülü: Şimdiki Zaman SİYAD En İyi Film Ödülü: Şimdiki Zaman Umut Veren Genç Erkek Oyuncu: Barış Hacıhan (Araf) Türkan Şoray Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülü: Neslihan Atagül Jüri Özel Ödülü: Siirt’in Sırrı Adana İzleyici Jürisi Ödülü: Lal Gece Film Yönetmenleri Derneği En İyi Yönetmen Ödülü: Belmin Söylemez (Şimdiki Zaman) ve Erden Kıral (Yük)

22 Eylül 2012 Cumartesi

Bu Yıl Jürinin İşi Zor

Altın Koza'da dün gece itibariyle 14 yarışma filminin hepsini izlemiş bulunmaktayız. Geçen seneki ortalamanın epey üzerinde bir seçkiyi devirdiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz, geçen yıl ödül alacak 3.filmi bulmakta zorluk çekerken bu yıl ödül listesine sızabilecek birçok film var.
Yeni filmiyle Bornova Bornova'daki başarısının tesadüf olmadığını gösterdi bizlere İnan Temelkuran, hem de belgesel janrında. Siirt'in Sırrı'nda Siirtli milli güreşçi Evin Demirhan'ın hikayesini anlatıyor yönetmen. Bunu yaparken de bazı istatistiklere başvuruyor. Bu sporları fakir sayılabilecek ailelerin kızları tercih ediyor çünkü ucuz ve bu spor sayesinde gelecek kurmak, ailesini kurtarmak gibi hedefleri var. Onların hiçbirinin bale yapma şansı yok ama Siirt'te bir kızın güreş yapması da olacak şey mi? Ülkemizin sanata olduğu gibi spora da az yatırım yapması gibi bir eksik filmin içinden geçen önemli bir detay. Ciddi bir keşfin ve özenli bir emeğin ürünü olan Siirt'in Sırrı'nı büyük zevkle izledik. Festivalin ödül almasını dilediğimiz filmler kervanına o da katıldı. Ortalık ana baba gününe döndü, ''en iyi kurgu'' ve ''en iyi müzik'' dallarında iddialı olması güçlü ihtimal. Aslında hikayesini anlattığı insanların milliyetçi içselleştirmişlikleri olmasa ''Yılmaz Güney'' ödülü bile aklımıza gelmiyor değil. Sanırım bu haliyle bu ödüle pek de uygun değil.
Reis Çelik'in yönetmenliğini yaptığı Lal Gece, çocuk gelinler meselesine değiniyor. Bu topraklardaki bu kadim soruna içerden bir bakış atıyor. Büyük çoğunluğu bir gerdek odasında geçen film iyi bir kapalı mekan çalışmasının ötesinde, İlyas Salman'ın muhteşem oyunculuğuyla hafızalara kazındı. Tabii meseleye yaşlı erkeğin mağduriyeti penceresinden bakması da tartışılabilecek bir konu. Bu açıdan feministlerin yetersiz görebileceği filmin ne olursa olsun çarpık toplumun böyle bir yarasına, bu kadar yakından yer yer mizaha göz kırpan şekilde bakması takdir edilesi. Günün diğer izlediğimiz filmi Selim Evci imzalı Rüzgarlar, bizce Aziz Ayşe ile birlikte yarışmanın en kötü filmlerinden. Filmin anlatmak istedikleri o kadar belirsiz ki, resmen yönetmen ne yapacağını bilmez halde. Bir ses teknisyeninin bir Rum kadınla tanışması, 2 yıl geçmesi, acılarını kayda alması sonra onun kızıyla yakınlaşmasını anlatayım mı anlatmayayım mı kararsızlığı, bir de hikayeye dahil olup çıkan eski bir eşle resmen 117 dakikamızı yedi. Siyad jürisinden Radikal yazarı Şenay Aydemir filmin yarısında çıktı üç-beş dakika sonra geldi ve kaybettiği birşey olmamıştı, düşünün siz. Okullarda senaryo nasıl yazılmaz dersinde gösterilecek saçmasapan bir film. Bu seneki güzel seçkiye yakışmadı. Halbuki filmin başında ve sonrasında da çokça devam eden güzel kadrajlarıyla çok umutlanmıştık ama karşımızda bir eser olduğunu söylemek çok zor. Umarım jüri ''en iyi görüntü yönetimi'' ödülü vermek gibi bir çılgınlığa düşmez.
Son olarak bu akşam 20.30'da A Haber'in canlı yayınlayacağı ödül töreni öncesi şahsen böyle bir hak bize verilseydi ödülleri nasıl dağıtırdık ona bakalım.
EN İYİ FİLM: ARAF
YILMAZ GÜNEY ÖDÜLÜ: BABAMIN SESİ
EN İYİ YÖNETMEN: PELİN ESMER (GÖZETLEME KULESİ)
EN İYİ SENARYO: ATEŞİN DÜŞTÜĞÜ YER
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ: GÖZETLEME KULESİ
EN İYİ KADIN OYUNCU: NİLAY ERDÖNMEZ (GÖZETLEME KULESİ)
EN İYİ ERKEK OYUNCU: İLYAS SALMAN (LAL GECE)
UMUT VEREN GENÇ OYUNCULAR: NESLİHAN ATAGÜL ve MURAT HACIHAN (ARAF)
JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ: ŞİMDİKİ ZAMAN
EN İYİ KURGU: SİİRT'İN SIRRI
EN İYİ MÜZİK: SİİRT'İN SIRRI
EN İYİ SANAT YÖNETİMİ: LAL GECE

21 Eylül 2012 Cuma

Haneke İyiliğin Peşinde


Ötenazi karşıtı hükümetlere derhal bu film izletilmeli.
Michael Haneke'yi bugüne kadar insanın kötücül tarafını deşifre eden bir yönetmen olarak tanımıştık. Ama Aşk'ta (Amour) bambaşka bir şey yapıyor, mizansenin içinde bir insanlık dersi veriyor.
1990'ların başında bir üçleme olarak tasarladığı filmlerden Bir Kronolojinin 71 Parçası ile sinemalara uğradığında Robert Bresson'un 1983'te Para isimli filmle sinemaya veda ettiği yerden devam ettiği pek dile getirilmez fakat böyledir. Minimalist sinema estetiğinin yanı sıra, aslında aynı hikayeyi anlatırlar. Toplumsal yapının çığrından çıkardığı katliam makinaları. İnsanlar kötüdür ve kötü gözükmeyenler de kötü olmaya mahkumdur. O dönemlerden bu yana kendi döneminin ruhuna uygun yaratıcı buluşlarıyla kötülüğü anlattı bize Haneke. Saklı'da yaratıcılığının sınırlarını iyice yukarı taşıyan Beyaz Bant'ta ise ilk kez bizi tamamen geçmişe götüren yönetmen bu sefer de kendi sinemasının biçimsel yalınlığını sonuna kadar koruyor, aslında içerik olarak da spoiler vermemek adına fazla söylemek istemediğimiz kendi sinemasına has bir takım unsurlar mevcut. Haneke yine rahatsız edici ama ilk kez de bu kadar romantik. Sanılmasın ki alışıldık salya sümük sözümona Aşk Masalı (Love Story) gibi filmlerden biri, aksine mesafeli, soğuk bir film bu. Gönlümüzü çeldiği kadar bilincimize de sakin bir şekilde seslenen bir eser. Filmin 125 dakikasının bir kaç saniye haricinde bir apartman dairesinde geçtiğini de belirtelim. Bir film düşünün ki yaşlılığın/hastalığın sonuçlarını ailesel ve kurumsal taraflarıyla irdelesin. Üstüne de has aşık nasıl olur göstersin ve finalde de kimilerini şaşırtan öyle bir hamle yapsın ve noktayı koysun. Haneke kendini mi anlatıyor acaba, gençlikten umudunu kesmiş belli ki demeden de edemiyor insan. Aydın duyarlığı çağına tanıklık etmekse Haneke bunun sorumluluğunu taşıyor, hem zamanı aşan hem de şimdilerde şiddetle tartışılan ötenaziye değiniyor, filmde ötenazi kelimesi geçmese bile. Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva'nın alıp götürdüğü film bu blogta daha uzunca bir analiz yaptığımız Beyaz Bant gibi bir sinema dersi değilse de kesinlikle bir insanlık dersi, çok anlamlı bir film. Beyaz Bant'ın dört başı mamur senaryosu ve enfes görüntülerine hayran olanlar o kadar tatmin olmayabilir. Aşk daha basit, makul ölçülerde çekilmiş bir film. Bir açıdan genel izleyicilerin de anlamakta zorlanmadan izleyebileceği bir film olma özelliğine de sahip olduğunu hatırlatmakta fayda var. Belki Bugünden Edebiyat Dergisi'nin ilerki sayılarında Aşk'a dair daha uzun bir yazı yazabilirim. Şimdilik bu kadar. Yıldız:* * * *
Not: Fransızca'da Amour kelimesi hem aşka hem de sevgiye karşılık geliyor, onlar bizim gibi ayırmıyorlar. O açıdan dilimize sevgi olarak da çevirebiliriz, belki daha doğru olur.

20 Eylül 2012 Perşembe

Festival Bu Sene Mutlu Ediyor



İsmail Güneş'in Ateş'in Düştüğü Yer adlı filmi töre cinayeti meselesini bir baba ve kızın yol hikayesi üzerinden anlatırken izleyicisine güçlü bir duygu geçirmeyi başarıyor.
Altın Koza'nın yarışmadaki 3.günü geride kaldı ve son gün filmlerinin bize korkunç sürprizler yapmaması halinde bu seneki seçkinin geçen senenin epey üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Haliyle izlediği filmin bir ödül alabileceği hissini duymak bir festival izleyicisinin en büyük mutluluğudur. Bugünün en etkileyici filmi kuşkusuz Ateş'in Düştüğü Yer idi. Evlilik dışı ilişkiden gebe kalan ve sevdiği adam gidip bir daha dönmeyen kız 13 haftalık olunca hastaneye kaldırılır ve ailesi durumu öğrenir. Babası kabullenemez ve kızını öldürmeyi kafasına koyar ama kızı bunu bilmez. Kızını öldürmek için dayına gidiyoruz bahanesiyle yola çıkarlar ve bu süreçteki yol hikayesi filmin büyüklüğünü apaçık bizlere gösterir. Kieslowski'nin haletiruhayesi dalgalanan ve vicdanıyla hasaplaşmak zorunda kalan karakterlerini hatırlatan bir çalışma yapmış Güneş. İzleyicisinin duygularını pataklamayı iyi bildiği kesin. Sinemasındaki mizansen yaratma yeteneğini de bir adım yukarı taşıyan Güneş'in filminin en büyük gücünün sımsıkı örülmüş, bir an bile gözümüzü kırpmamıza izin vermeyen senaryosuna borçlu olduğunu söylememiz lazım. Ateş'in Düştüğü Yer'in istenmeyen gebeliğe değinen 3.film olmasını Tayyip'in ünlü ''kürtaj cinayettir'' çıkışının bir tezahürü olarak düşünenlerse yanılacak, çünkü kürtaj meselesini irdeleyen 3 film de bu tartışmalardan önce tamamlandı. O zaman takdiri ilahi mi demek lazım acaba?
Günün diğer ilgiye değer filmi de İki Dil Bir Bavul'un yaratıcılarının Babamın Sesi adlı ikinci çalışmalarıydı. Festivalde dün izlediğimiz Anadilim Nerede gibi o da dil üzerine eğildi. Yalnız bunu oldukça özgün hatta izleyicisini zorlayabilecek tarzda geçmişin kaset kayıtları yardımıyla gerçekleştirince, bellek ve acılar üzerine yapılmış bir film olarak beğenimizi kazandı. Kürt meselesine, düşmanlığın köklerine dair mümkün olduğunca objektif yaklaşmaya çalışan, kendi ana-babasının bizatihi deneyimlerinden handiyse kurmaca diyebileceğimiz tat da, iyi niyetli bir film çıkarmış yönetmenleri. Bir kez daha ''Yılmaz Güney'' ödülü alırlar mı bilinmez fakat küçükte olsa bir ödül almasını isterim doğrusu.
Ustalar Beni Ortadan İki Parçaya Ayırdı, Sevdim mi Bilemedim?
İlk usta Derviş Zaim'di. Devir ile belgesele çok yaklaşan hatta şu ana kadar ki filmler içinde bizce belgesele en çok yaklaşan ''kurmaca bir film'' yapmış Zaim. Burdur Hasanpaşa köyünde çıkış tarihi bilinmeyecek kadar eskiye dayanan kırmızıya boyanmış koyun yarışlarını anlatıyor, temel odak bu. Bunu anlatırken maden kurulması, doğanın katli gibi doneler de mevcut. Örneğin taşı toplayamayıp, sentetik boya kullanmak zorunda kalmaları gibi sahneler var filmde. Fakat yetersiz kalıyor sanki. Tabii ki elindeki aracı kullanmayı iyi bilen olgun bir yönetmenin filmi olduğu hissini de geçiriyor. Yine de beni iki parçaya ayırdı, sevdim mi sevmedim mi bende anlayamadım. Sanırım pek sevemedim. Diğer benzer duyguları daha yaşlı bir usta Erden Kıral yaşattı. Yük adlı karmaşık duygusal ilişkiler ağını anlatmaya yeltenen; ses kurgusu, oyunculukları ve atmosferiyle izleyeni alıp götüren fakat senaryosuyla izleyicisini yarımyamalak ortada bırakan bir film yapmış.Bunun yönetmenin kasıtlı tercihi olduğu belli. Ama sanat filmi yapıyoruz diye bu kadar boşluk bırakılması ne kadar doğru olabilir ki. Resmen 80 dakikalık filmin diğer 40 dakikasını siz kafanızda çekin diyor yönetmen. Yine de bir hatta birkaç ödül (yan jüriler vs.) alırsa şaşırmamak lazım. Çünkü madencileri anlatan bir film gibi gözükse de, film hayalle gerçek arasında gidip gelen alacalı yapısıyla bütün madenin bir metafor olarak kullanıldığı şu ana kadarki en tuhaf film olarak karşımızda durmakta.

Koza'nın Araf'taki Çocukları


Pandora'nın Kutusu'nu izledikten sonra net birşey söylediğimi hatırlıyorum: Yeşim Ustaoğlu en iyi kadın yönetmenimiz. Bugün prömiyerini yapan Araf'ı izledikten sonra ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gördüm. Bu film Ustaoğlu'nu Cumartesi gecesi şüphesiz sahneye çıkaracak.
Festivalde 2.güne girmekle beraber heyecanın giderek alevlendiğini söyleyebiliriz. Heyecanımızı arttıran filmlerden biri Yeşim Ustaoğlu'nun Araf'ıydı. Ustaoğlu 90'ların sonunda Güneşe Yolculuk ile o dönem cesur kabul edilebilecek Kürt meselesine 2000'lerin başında kimliğini gizlemek zorunda kalan bir Rum kadına odaklanan Bulutları Beklerkenle yine benzer sorunlara değinen nitelikli filmlere imza atmıştı. Pandora'nın Kutusu'ndaysa politik tavrını büyük şehir insanın yalnızlığına transfer ettiği bir döneme girdiğini müjdelemişti. Son filmi Arafla beraber Türkiye sinemasındaki yerini bir adım daha yukarı taşıyor. Alt sınıftan 2 gencin hayat mücadelesi, arzuları ve sıkışmışlıklarını son derece yetkin bir sinema dili, çok iyi oyunculuklar ve sağlam bir senaryoyla taçlandırıyor. Kamyonların durduğu bir mola yerinde çalışan gençlerin hayatı bir kamyoncunun (Özcan Deniz) hayatlarına girmesiyle bambaşka bir noktaya varıyor. Filmde fakir sayılabilecek, okumamış insanların çaresizliklerine dair pek çok bilgi verilmiş, şu da olsaydı, buna da değinilseydi, böyle gedikler var demek zor. Flash tv ile Acun'un Var mısın Yok musun programından tutun da kolbastıya, apaçi dansına, oradan amatör video çekme tutkusuna, kızın sigara paketiyle yakalanmasına kadar bir çok ayrıntı oldukça dikkatli işlenmiş. Orta-üst sınıfın bunalımlarını görmeye alıştığımız sinemamızda aslında yabancı olmadığımız alt sınıfın insanlarını bu kadar yakından görmek güzeldi. Sonuçta Ustaoğlu'nun konvansiyonel ile çağdaşı, politik olanla sanatsal olanı, toplumsal ile bireyseli iç içe geçirdiği tam bir olgunluk dönemine girdiğini söylemek mümkün.
Pelin Esmer'in Gözetleme Kulesi
Tuhaf şekilde Araf ile bazı benzerliklere hatta neredeyse aynı denebilecek bir sahneye sahip bir film Gözetleme Kulesi. Araf'ta kadının düşük yaptığı dakikalar burada bebeğin doğumu olarak karşımıza çıkıyor. Sinemamızda alışık olmadığımız böyle sahneleri ardarda gösterilen iki filmde görmek gerçekten çok ilginç bir tesadüf. Dayısının tecavüzüne uğrayan bir kadınla kadının çalıştığı yere uğrayan kuledeki gözetmenin keşişmek zorunda kalan hikayesi oldukça bireysel gözükse de toplumsal arka planından koparılamayacak bir mesele. Ensest mevzusunu, bir insanın vicdani hesaplaşmasıyla harmanlayan alabildiğine yalın bu çalışma oldukça özenli, çekilmesi zor sahnelerle dolu, görüntüleriyle de tertemiz bir iş. Haliyle daha şimdiden yaratıcısını ''en iyi yönetmen'' ödülünün güçlü bir adayı konumuna getirdiğini söylemek lazım. Ayrıca başroldeki kadın oyuncusu da şimdiden ciddi bir favori. Aslında Pelin Esmer bu festivaldeki en büyük 2 ödülü (en iyi film ve Yılmaz Güney ödülü) daha önceki filmleriyle kazanmış biri, bu sefer de ödülsüz gitmez üst üste katıldığı 3 Altın Koza'dan da ödül kapan bir yönetmen olur diye düşünüyorum.
Festivalde dünkü diğer 2 filmse biraz daha geri planda kaldı. Veli Kahraman'ın dedesini oynattığı dökü-drama diyebileceğimiz Ana Dilim Nerede Zazaca'yı odağına alarak dillerin yok oluşuna dair çok mütevazi bir ağıt olarak görülebilir, oldukça tutarlı, sade, merakla izlenen bir film yapmış Kahraman ama hepsi o kadar. Dil konusu şüphesiz hassas olmamız gereken çok önemli bir konu çünkü düşünceyi yaratan dil, dilin kaybolması insanın düşüncelerinin de kaybolması anlamına geliyor. Yalnız film başlamadan önce korktuğum bir olayı da bizzat yaşadık. Konuklardan biri söyleşide yönetmen Anadolu'da yok olan 18 tane dili sayarken Türkçe diye bağırdı, ona da dikkat çekin dedi ve ekledi hiç bir Kızılderili diliyle ilgili film yapmış mı? Hayır, sen bugün yapabiliyorsan Türkiye özgür bir ülke olduğu içindir.
Aziz Ayşe çok acemice bir film.
Festivalin yine belgesele yaklaşan filmlerinden biriydi Aziz Ayşe. Topladığı çöpleri hayır kurumlarına bağışlayan tuhaf bir travestinin hikayesi aslında önemli. Bu insanların ne kadar itildiğini, diğer insanların göstermemeye çalışsa da ne kadar düşmanca tavır takındığını belgelemek istiyor yönetmen, kesinlikle takdir edilesi bir amaç fakat filmdeki Aziz Ayşe'nin yaşayan, gerçek bir karakter olduğu ve filmin bir gazete haberini müteakip oluştuğunu düşündüğümüz de belgesel diyoruz demesine de, filmdeki ünlü oyuncular bile o kadar amatörler ki akıl alır gibi değil, kurmacanın da altında kalan beceriksizlik var ne yazık ki. Kurguyu ve oyuncu yönetimini yeni yeni öğrenmeye çalışan 2. sınıf öğrencisinin bulduğu önemli bir konudan uzun metraj çıkarmaya çalışmasından ibaret olmuş. Sevim Burak iyi bir yazar olabilir ama kızı Elfe Uluç'un iyi bir yönetmen olması için yol uzun gözüküyor.
Dün izlediğimiz filmlerle birlikte yarışmanın yarısını geride bırakmış, kadın yönetmenleri tüketmiş bulunmaktayız.

18 Eylül 2012 Salı

Koza'da Yarışmanın İlk Günü


İlk izlediğimiz 3 yarışma filmi içinden 2'si ilk filmlerini yapan kadın yönetmenlere aitti. Bunlardan Yabancı bir ilk filmin çocuksu acemiliğini bir çırpıda geçen sinema diliyle dikkat çekti.
Altın Koza'da yarışma filmlerinin yoğunluğu başladı. Festival başlamadan önce bu seneki mahsülün geçen seneden daha iyi olma ihtimalinin yüksekliğinden dem vurmuştuk. Bugün izlediğimiz 3 film de bu tahminleri boşa çıkarmayacak sinyaller verdi. Aman diyelim nazar değmesin. Türkiye prömiyerini Altın Koza'da yapan Filiz Alpgezmen'in elinden çıkma Yabancı Fransa'da yaşayan Türkçeyi bile doğru dürüst konuşamayan bir kızı odağına alıyor. Babası 80 darbesinde Fransa'ya irtica etmiş, vatandaşlıktan çıkarılmış, memleket özlemiyle yanıp tutuşmuş bir solcu. Kızı da babası annesini Türkiye'ye getiremeyip Fransa'da gömmek zorunda kaldığı için babasını Türkiye'ye gömmek için büyük çaba sarfediyor. Cenazeyi ülkeye getirip bürokratik engellere takılıyor, uğraşıyor, çeşitli yollar deniyor ama olmuyor, bunalıyor ve vazgeçme noktasına geliyor. Tam da bu noktada ona ilgi duyan bir yakının tanıdığı bir oğlanla hiç görmediği amcasının yanına gidiyor. Aslında film birbiriyle ilintili 2 bölüm olarak da düşünülebilir. Film bittiğinde Filiz hanım Türkiye'den umudu kesmiş dedik, bu ülkede yaşanmaz, yurtdışındaysan ve bir şekilde yolun düşerse de bir an önce kaç demek istiyor gibi. Teknik olarak oldukça başarılı film. Fransız sinemasının alametifarikası omuz kamerasını etkili şekilde kullanmaya çalışmış. Bundan sonraki filmlerin akıbetini henüz bilmediğimiz için ödül/ödüller alabilir mi, kestirmek zor. Fakat geçen seneki ilk film facialarından birini yaşatmadığı kesin. Özellikle son bölümde yönetmenin giderek dindarlaşan toplumun altını kalınca çizerek göstermesi de bu tarz hassasiyetleri olan laik-kemalist/ulusal sol diyebileceğimiz kesimin filme ayrı bir sempatiyle bakmasını sağlayabilir.
Günün diğer bir yarışma filmi de Belmin Söylemez'in Şimdiki Zaman'dı.
Hayatın içinde maddi-manevi sıkıntılar yaşayan kadın karakter/lerin hikayesi denebilir. Ana karakterin Abd'ye gitmekle, para kazanmak arasında sıkışmış hayatına bir falcı ilanı karışır ve fal bakmaya başlar. Aslında her baktığı falda kendi geleceğini görmeye çalışmaktadır. Ne tuhaftır ki fallarına baktığı kadınlar da ona benzer ve memnun kalırlar faldan. Film özellikle ülkedeki kadınların ruh halinin benzerliğine ve kader ortaklığına dair bir şeyler söylemeye çalışıyor. Başrolde iyi bir oyuncu ve yaratıcı enstantaneler aracılığıyla yapıyor bunu, ülke sinemasının son derece cılız ikliminde hiç de fena bir ilk film değil dedirtiyor ve böylece 2 kadın yönetmen de ilk filmleriyle seçkide olmayı hakettiklerini ve sinemalarıyla geleceğe dair umut taşıdıklarını muştuluyor.
Kekremsi Bir Demirkubuz
Diğer bir izlediğimiz film de Zeki Demirkubuz'un Yeraltısı idi. Dostoyevski'ye alabildiğine sadık bir serbest uyarlama gerçekleştirmiş. Modern zaman insanının ruh halini referans aldığı kitaptan yola çıkarak fena da anlatmamış aslında. Fakat ülke sinemamızdaki ciddi sorunlardan biri bu filmde de mevcut: Ritim sorunu. Özellikle sonlara doğru film gerektiğinden o kadar yavaş akıyor ki; sanıyorum bu Demirkubuz sinemasında da bir ilk, onun sinemasında diyalogsuz, hareketsiz bu kadar uzun boşluklar görmeye alışık değiliz. Şayet filmin satır aralarında da okuduğumuz kadarıyla Nuri Bilge Ceylan vb. ödüllü yönetmenlerin sinemasına atıfta bulunmak istiyorsa, son derece gereksiz, yapmacık bir tavır olmuş bu. Örneğin Antonioni'nin ünlü L'elisse filminin açılış sekansının bir yerinde sevgililerin ayrılışında duvarı çerçevenin ortasına yerleştirir, duvarın iki tarafındaki odaları tek planda göstererek anlatır. Burada da benzer bir olay final planında gerçekleşiyor. Acaba Demirkubuz benim diyalog manyağı sinemamı yeğlemiyorsunuz, alın size hikayeyi mizansen kurgusunda anlatıyorum. Bende gerekirse böyle bir sinema yapabilirim mi demek istemiş. Sanki biraz öyle gibi. Yemek sahnesi başta olmak üzere birilerine öfkesini kusmuş. Kuşkusuz son derece zekice bir yol bu, sanat tarihinde birçok örneği var ama Muharrem karakterinin sofrada dediği gibidir belki de en doğrusu ''fazla kasmaya gerek yok'' olmuyorsa olmuyordur.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Altın Koza Tavizsiz Büyüme Derdinde


Öyle görünüyor ki yarım asıra yaklaşan geçmişine karşın 19.su düzenlenen Altın Koza Film Festivali şimdilik kağıt üzerinde gözükse de en parlak yılını yaşayacak. Büyük festivallerin; ister ulusal düzlemde ister uluslararası düzlemde olsun vitrini yarışma filmleri olduğunu daha önceki yazılarımızda dile getirmiştik. Altın Koza kesintiye uğramadan ilk kez 8.kez üst üste düzenleniyor ve geçen seneki atılımı çok daha ilerilere taşıma gayretinde. Malum geçen sene daha önceki filmleriyle ciddi beklentiler yaratan iki yönetmen Özcan Alper ve Onur Ünlü'nün filmlerini programa dahil etmiş, Altın Portakal'ın Türkiye'nin 1 numaralı sinema etkinliği imajını sallayabileceğinin sinyallerini vermişti. Bu sene sinema kariyeri Özcan Alper'den daha ilerde olan, 90'lar Türkiye sinemasının kurucularından ''yaşayan ustalarımız'' olarak anıldığı su götürmez bir gerçek olan Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu ve Derviş Zaim seçkide. Bunlara yaşlı kurtlardan Erden Kıralı da ekleyebiliriz.
Bunların dışında gedikli mertebesine ulaşan Pelin Esmer bir önceki filmi 11'e 10 Kala ile bu festivalin en iyisi seçilmiş, ondan önceki filmi Oyun ise Yılmaz Güney ödülüyle taltif edilmişti, yaş olarak taze sayılabilecek bir isim olarak dikkat çekici. İki Dil Bir Bavul'un yaratıcısı Orhan Eskiköy daha önce Yılmaz Güney ödülü'nü kazanmıştı, bakalım böyle bir seçkide bir ödül çıkacak mı? Son filmi Bornova Bornova Altın Portakal'ı kapmış İnan Temelkuran'ın da yeni filmiyle bu sefer Adana'yı tercih ettiğini hatırlatalım. Berlin'de küçük bir başarı elde eden Reis Çelik'in Lal Gecesi ve yine bir önceki filmiyle Venedik Eleştirmenler Haftası'na seçilme başarısı gösteren Selim Evci'nin filmleri de merakla baklenecek ama en sansasyonel film kuşkusuz İslami kimliğiyle tanınan İsmail Güneş'in geçen seneki oldukça zayıf Antalya seçkisinde ön elemeyi dahi geçemeyip Montreal Film Festivali'nden hem en iyi film hem de fipresci'yi kazanan Ateş'in Düştüğü Yer olacak gibi görünüyor. Film ekibi çoktan ortalığı velveleye verdi bile. Filmin buradaki akıbeti merak konusu.
Saydığımız yönetmenlerin dışındakiler de ilk filmlerini çeken bizi keşfe çıkaracak bir yanını oluşturuyor festivalin. Dikkat çekici bir husus da seçkideki 14 filmin 5'inin kadın yönetmenlerin elinden çıkması, kadın yönetmenlerin sayıca erkeklerin çok altında altında olduğu bir sinema dünyasında eşine az rastlanır bir sürpriz olarak değerlendirilmeli. Umut edelim ki pozitif ayrımcılık adına özellikle 3 tanesi ilk filmini çekmiş olan kadınlar bizi düş kırıklığına uğratmaz. Bu seçkide olmayı sonuna kadar hak ettikleri için oradadırlar.
Yanı kısaca Altın Koza takvimini Altın Portakal'ın önüne alarak ve magazinel değil de sanatsal yönüyle rüştünü ispatlamış jüri başkanları ve dengeli jüri üyesi seçimleriyle bir çok yönetmenin önceliği olmuş durumda, bir önemli nokta da Altın Koza'nın salt ön eleme yöntemiyle seçim yapmaması danışman sistemini kullanması. Yani Alin Taşçıyan, Aslı Selçuk ve Esin Küçüktepepınar'dan oluşan ekip yıl içinde bir şekilde görme fırsatı yakaladığı ve beğendiği filmlerin yönetmenlerini bu festivale çekmek için çabalıyor, bakalım 49. su düzenlenen Altın Portakal bundan sonra şanına yakışır nasıl bir hamle gösterecek.
Ulusal Uzun Metraj Yarışması Tam Liste: (alfabetik sırayla)
Ana Dilim Nerede / Yön: Veli Kahraman
Araf / Yön: Yeşim Ustaoğlu
Ateşin Düştüğü Yer / Yön: İsmail Güneş
Aziz Ayşe / Yön: Elfe Uluç
Babamın Sesi / Yön: Orhan Eskiköy & Doğan Zeynel
Devir / Yön: Derviş Zaim
Gözetleme Kulesi / Yön: Pelin Esmer
Lal Gece / Yön: Reis Çelik
Rüzgarlar / Yön: Selim Evci
Siirt’in Sırrı / Yön: İnan Temelkuran & Kristen Stevens
Şimdiki Zaman / Yön: Belmin Söylemez
Yabancı / Yön: Filiz Alpgezmen
Yeraltı / Yön: Zeki Demirkubuz
Yük / Yön: Erden Kıral
Gelelim festivalin yarışma dışı ilgi çekici yapımlarına. Burada da Fatih Akın'ın Cannes'da izleyiciyle buluşan Cennetteki Çöplük Türkiye prömiyerini yapacak. İstanbul Film Festivali'nin en iyisi olduğu için burada yarışma dışına kaydırılan Emin Alper'in Tepenin Ardı da dikkate değer. Berlin'den Altın Ayı'yı kazanan Sezar Ölmeli de yabancı seçkisi bugüne kadar oldukça zayıf kalan festivali hareketlendirmiş görünüyor. Ancak en büyük hediye sanıyoruz ki Cannes'da gösterildiği ilk andan itibaren giderek büyüyen bir etki yaratan Michael Haneke üstadın Aşk'ı. Filmekimi'nde Türkiye prömiyerini yapmasını beklediğimiz film, Adana'ya alınarak festivalin geçen seneki Bir Zamanlar Anadolu'da hamlesini daha ileri götürerek belki de ilk kez Altın Palmiyeli bir filmin bu kadar kısa bir süre içinde Adana sinemalarında dönmesine vesile olacak. Kiarostami'nin yine aşka dair Sevmek Gibi'si de Adana'da prömiyer yapacak başka bir Cannes filmi. Sonuç o ki; kağıt üzerindeki göstergeler Altın Koza tarihinin her anlamda en dolu yılını yaşayabiliriz diyor, bize de izleyip görmek kalıyor.