Juho Kuosmanen, henüz ikinci filmiyle adını ustalar arasına yazdırıyor. Ne büyük olay! 6 Numaralı Kompartıman (Hytti Nro 6) küçük bir sinema dersi... Sevginin, dostluğun ve ânı yaşamanın önemini hatırlatan, aynı zamanda kağıttan kuleden farksız önyargılarımıza temas eden bir insanlık dersi de... Tarihe geçen 2021 Cannes'ında Altın Palmiye'ye bile uzanabilirmiş. O denli.
2016'da ilk uzun metrajı Olli Malki'nin En Mutlu Günü'yle yetenekli bir sinemacı olduğunu muştulayan Juho Kuosmanen'in Cannes'da Grand Prix kazanan ikinci filmi 6 Numaralı Kompartıman da bu yıl izlediğim Hamaguchi'nin Drive My Car'ı, Moretti'nin Tre Piani'si ya da Campion'un The Power of the Dog'u gibi bir edebiyat uyarlaması... Yılın en dikkat çekici uyarlaması olarak gördüğüm Drive My Car'la kıyasladığımızda ise ilk elde sanırım şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: Drive My Car, evet muhteşem bir uyarlama, ama göstermekten çok anlatmayı yeğleyen bir film, diyaloglar üzerinden kendini kuran, sinemada edebiyata mümkün olduğu kadar yaklaşmaya çalışan bir film, Nuri Bilge Ceylan'ın Ahlat Ağacı gibi... Rosa Liksom'um aynı adlı eserinden uyarlanan 6 Numaralı Kompartıman ise göstermek ve anlatmak arasındaki dengeyi kuran, sinema duygusu daha yoğun bir film. Drive My Car, daha çok edebiyat, hatta tiyatro. 6 Numaralı Kompartıman ise daha çok sinema diye özetlersek yanlış olmaz. Ama sonuçta ikisinin de kullandığı araç sinema...
Ne güzel tesadüftür, birbirine etnik, sınıfsal ve belki cinsel
tercihler açısından dahi (kadın karakter bir kadına aşık) farklı bir maden işçisi ile arkeoloğun Moskova'dan Finlandiya sınırına yakın Murnansk'a yaptıkları tren yolculuğuna tanık olduk. Film farklılıkların içindeki o gönül birliğini yakalayan, yok aslında birbirimizden o kadar farkımız diyen oldukça özgün bir aşk filmi olarak da yorumlanabilir... İki karakterin de geçmişlerine dair bilgimiz yok, elbette geleceklerine dair yorum yapmaktan başka şansımız da yok. Cinsellik yaşamadılar, bundan sonra bir araya gelecekler mi, bilmiyoruz. Ama birbirlerini sevdiklerini biliyoruz. Ne güzel ki her ikisi de bu bilgiye sahip olarak bizden ayrılıyorlar. Büyük çoğunluğu, 6 numaralı kompartımanda vuku bulan bu karşılaşma, öylesine incelikli bir karakter çalışması, başarılı bir oyuncu yönetimi-oyunculuk ve handiyse Rumen Yeni Dalgası gerçekçiliğinde bir sinema dili ile usul usul örülen bir senaryoyla perdeye geliyor ki, hayran olmamak elde değil. Laura (Seidi Haarla) sevgilisi (Irina) gelmediğinden petroglifleri görmek için yalnız başına çıkıyor bu yolculuğa. Aynı kompartımanda kader birliği ettiği ise Ljoha (Yuriy Borisov). Bu yolculuk tanımadıklarımıza ilişkin önyargılarımızın nasıl yavaş yavaş kırılabildiğini göstermesi açısından değerli, ikisi için de. Bizlerin de filmin başındaki yargılarımızla sonundaki yargılarımız kuşkusuz farklılaşıyor...
Filmin başlarında ve sonunda 2 kez karşımıza çıkan bir ifade var. Ljoha, Laura'yla tanıştığında Fince 'Seni Seviyorum' ne demek diyor. Laura da 'Haista Vittu' olarak karşılık veriyor, araştırınca (film bu konuda bir bilgi vermiyor) aslında bunun oldukça tanıdık bir argo ifade olduğunu öğreniyoruz. Acaba Laura'nın öncelikle aradığı gerçekten sevgi miydi sorusunun yanında en azından dil ve anlam üzerine önemli bir detay bu. Sadece filmin gösteren-gösterilenlerine maruz kalan çoğunluk, ki ben de ilk etapta onun içindeydim, hala da olabilirdim, Haista Vittu'yu tıpkı Ljoha gibi 'Seni Seviyorum' olarak bilecek ve sanırım bundan gayet memnun olacak. Laura'nın finaldeki hınzır gülüşünde dilsel göstereni çarpıttığı ama sonunda onun da mutlu ayrıldığı gerçeği de var kuşkusuz. Aslolan iletişim kurduğumuz farklı semboller, harfler ve onların pekiştirdiği farklılıklar değildir. Elbette farklılıklar da bir başka gerçeğimizdir, güzelliktir, zenginliktir ama işte o farklılıklara rağmen ortak duyguda ortak anlamda buluşabilmektir aslolan. Filmin içine gizlenmiş zekice bir mesajdır bu. Teşekkürler Kuosmanen...
Yıldız: * * * * *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder