24 Mayıs 2015 Pazar

Cannes'dan Vizyona Düşenler, Cannes'da Şimdi Olanlar...

Wim Wenders son dönemlerde farklı çeşit filmler yapıyor. Örneğin 3 boyutlu çektiği Pina, en son çektiği Herşey Güzel Olacak gibi filmler var, bir de geçen yıl Cannes'da Belirli Bir Bakış'da gösterilip spesiyal bir ödül alan ardından Oscar'da da belgesel dalında aday olmuş filmi Toprağın Tuzu var. Ardı ardına vizyon gören Cannes'ın yan kategori filmlerinden biri o da. Birçoğumuzun adını dahi bilmese de hayatının bir döneminde (şahsen benim öyle) bir veya birkaç fotoğrafıyla karşılaştığı Sabastiao Salgado'nun fotoğrafçı kimliğinde can bulan hayatını anlatıyor. Kronolojik bir sıra izleyerek yapıyor bunu, giderek insanoğlunun tahakküm ve şiddet üzerine kurulu dünyasını resmeden fotoğraflar ardı sıra gelmeye başlıyor ve biz bir kez daha insanoğlundan umudu kesecekken, Salgado'nun hayatı (ve tabii ki film) bir manevra yapıyor ve fotoğrafçının doğduğu topraklarda umutla doluyor. Tıpkı !f'de izlediğimiz Sessizliğin Bakışı gibi, insan dipsiz kuyu ve kötülük yapmaya ne kadar eğilimli olursa olsun yine de onları sevmeye çalışmaktan da başka şansımız yok diyor gibi. Filmin kredilerinde Wenders'la birlikte filmin yönetmeni olarak adı geçen Salgado keşke biraz daha az konuşsaydı, daha da çok görsel alabilseydik. Böylesi önemli bir fotoğrafçının hayatı, fotoğraf zanaatıyla, sinemanın ortaklıklarının ve inceliklerinin kesiştiği daha etkili bir biçemle karşımıza gelebilirdi diye düşünüyorum, çünkü her ne kadar kurmaca da olsa tiyatronun nasıl da sinemanın içine sinemasal değerlerden bir gıdım bile taviz vermeden cömertçe entegre edilebileceğini gösteren bir dev yapıt önümüzde duruyor: Kış Uykusu. Tabii aralarındaki farklılığın zaten birinin aynı yıl Cannes'da 'Resmi Seçki'de, diğerinin 'Belirli Bir Bakış'da konumlandırılmasının nedeni olabileceğini savunanlar çıkabilir. Peki sahi hep böyle mi, Resmi Seçki'ye giremeyen yan bölümlerde gösterilen filmler sinemasal açıdan hep mi daha aşağıda?
Örneğin geçtiğimiz haftalarda kaleme aldığım It Follows'un atmosfer yaratmadaki başarısı, yıllar öncesine götüren baştan çıkarıcı müzikleri, tür sinemasına getirdiği 'orjinal retro' soluğunu düşündüğümüzde; It Follows'un, benzerliği su götürmez olan, 4 yıl önce 'Resmi Seçki'de konumlandırılmakla kalmayan bir de Mizansen Ödülü kazanan Drive'dan aşağıda olduğunu kaç kişi iddia edebilir? ve o Drive'ın oyuncusu Ryan Gosling'in ilk yönetmenlik denemesi de bu hafta vizyona girdi, o da geçen yılın Cannes Belirli Bir Bakış kategorisinde prömiyerini yapmıştı. Kasabası sular altında kalan bir ailenin hikayesini, Lynchvari şekilde anlatmaya yeltenen yönetmenin filmi adeta koca bir bulmaca. Tarkovski'nin Stalker'ı ne kadar üzerine yorum yapmayı zor kılıyorsa Kayıp Nehir için de aynısı geçerli, bir aceminin hikayede farkında olamadan çokça boşluk bırakması bu bana kalırsa. Ama tabii ki Gosling; gayet akıcı, bir ilk filme oranla olgun karşılanabilecek bir renk paleti eşliğinde izleyicisinin dikkatini kolay kolay koparmayan bir mizansen kotarmış. Filmin sonunda Wending Refn'den, Terrence Malick'e hatta Michael Moore'a kadar uzanan geniş bir teşekkür listesi de gözümüzden kaçmadı. Herkese göre olmasa da izlemesi zor bir film değil kanımca...

Toprağın Tuzu * *

Kayıp Nehir *

Bu Yıl Cannes'da Neler Oluyor?

68. Festival bu akşamki ödül töreniyle sona erecek, 2 yıl önceki La vie d'Adele veya ondan önceki Amour gibi (hatta bir ölçüde geçen yılki Kış Uykusu da katılabilir) ezici çoğunluğun tereddütsüz Palmiye alması gerektiğini söylediği bir film yok bu yıl. 2011, daha çok da 2010'u hatırlıyorum. Xavier Beavois, Mike Leigh'nin filmleri, ama Inarritu da var ee Kiarostami, Chang Dong, Loach, Loznitsa'yı nereye koyacağız diyenlerin sesleri hala kulaklarımda, çünkü başyapıt yoktu, iyi ve iyinin sınırında pek çok film vardı, Weerasethakul adlı yönetmen bir nevi iktidar boşluğundan yararlanıp şaşırtıcı biçimde Palmiye'ye uzanıvermişti. Bu yıl da öyle bir sürpriz olur mu bilinmez ama Todd Haynes Carol'uyla ödülsüz gitmeyecek gibi, Nanni Moretti'nin Mia Madre'si de öyle gözüküyor, keza Lazslo Nemes'in Son of Soul'u için de bu yorumu rahatlıkla yapabiliriz. Sorrentino, Youth ile bir önceki filmi La Grande Bellezza'daki tatmini tam olarak yaratamadıysa da yine de güçlü bir film yaptığı görüşü hakim. Tayvanlı yönetmen Hu Şa Şen'in (okunuşu böyle) The Assassin'i ise Sight and Sound, The Village Voice, Variety, Liberation, Positif, Bangkok Post gibi pek çok yayının yazarları tarafından Palmiyelik görülse bile filmin içine giremeyen, sevimsiz bulan da çok (bir zamanların The Tree of Life'ını andırıyor sanki), akşamki akıbetini merakla bekliyorum. Bu filmlerin yanı sıra Stephane Brize'nin, Jia Zhang Ke'nün hatta tüm çatlak seslere rağmen Jacques Audiard'ın bile ödül listesinde yer bulma olasılığı olduğuna dair işaretler yok değil, bu listeyi biraz zorlayıp Yorgos Lanthimos ve her ne kadar ticari sinema ayarında (jüri için risksiz bir karar olur) olsa da Denis Villeneuve'ün Sicario'sunu eklediğimizde ortaya tuhaf bir Cannes çoklu bilinmeyen denklemi çıkıyor. Elbet son saydıklarımın Altın Palmiye'ye uzanacağı düşünülmüyor ama bu sene Palmiye potası genişlediği gibi 'bu film hiçbir ödül almaz' potası da olabildiğine daralmış görünüyor. 

Anglosakson, Frankofon ve Doğu Avrupa (ki bizden Vecdi Sayar da içinde) menşeli notlama tablolarına da ulaşmak isterseniz burada mevcut: ScreenLefilmfrançais, Filmneweurope

Ödül töreninin Türkiye'de 19.50'den itibaren Digiturk platformuna bağlı Moviemax Festival kanalında olacağını da belirtelim.
                                                 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder