6 Haziran 2016 Pazartesi

İnsanlığın Karanlık Sularında

Meksika'lı Genç Bir Auteur'ün Filmi

Ölüm hepimiz için kaçınılmaz son. Tıpkı, aşk gibi, yalnızlık gibi, belki can sıkıntısı gibi ölüm ne kadar kaçınsak da hayatın gerçeği değil mi ama, ve hatta kaçınılmaz olarak ölüm hayat üzerinden tarif edilir, ölümün de varlık sebebi hayatın ta kendisi. Yönetmen Michel Franco da Tim Roth'u başrolde oynattığı filmi Kronik'te sanıyorum bu yegane gerçekliğe ilişkin bir film yapmak istemiş. Mesleğine tutkuyla bağlı bir erkek hemşirenin ölüm döşeğindeki insanlara yaptığı hasta bakıcılığın zorlu safhalarını biçimsel olarak uzun planları tercih ettiğinden uzun uzadıya göstermiş, hatta bazen işlevini aşarcasına. Ölümün kıyısındaki insanlara yardımcı olmak konusunda Roth'un canlandırdığı David karakteri neden bu kadar istekli, karısını ve çocuğunu amansız hastalıklara kurban etmiş! olmasının bir payı olabilir mi, sık sık David'i spor yaparken görmenin, ya da terini sileceği havluya bile başkasının elinin değmesine izin vermeyişinin sağ(lıklı) kalmak takıntısının bir tezahürü olduğunu düşünsem yanılır mıyım acaba? 

David karakteri biraz daha zenginleştirilebilirdi kuşkusuz, onun hakkında yeterince bilgiye sahip değiliz. Yine de yönetmen başkarakterine ilişkin bir takım minik ayrıntıları öykünün bütününe güzel yedirmiş, kabul etmeli. Hele o sürprizden de öte ani ve sert finale ne demeli, benim için ilk anda yönetmenin filmini nihai bir noktaya eriştiremediği için böyle bir tercihe başvurmuş olabileceğini düşündürten, böylesine yalın bir öyküyü böylesine final ile birkaç saniyede ciddi bir bütünlüğe kavuşturan... Abartısız ve son derece mütevazi olduğu kadar küçük ölçekte ilginç de bir film Kronik, sanki ölümden ne yapsak da kaçamayacağımızı bir kez daha yüzümüze vuran, ha çok mu gerek vardı buna o da ayrı tabii...

Yıldız: * * *

Pek Sevimsiz Bir Fransız Filmi

Bir ada düşünün, erkeklerin olmadığı sadece kadınlar ve oğlan çocuklarının yaşadığı. Kulağa hoş mu geliyor? Feminist bakışla da erkeksi bakışla da cazip ama ya sonra... Bir kadın elinden çıkan bilimkurgu türüne de yakın amfıbik distopya (belki ütopya o da net değil) denebilecek Evrim adındaki film; penceresiz evlere, kadınların yaptığı yosunumsu tuhaf yemeklere, denizin altından çıkan deniz yıldızlarına, ölü çocuklara, adadaki kadınların çocuklara uyguladıkları ameliyatlara, fetüslerin turşusunu kuran, sık sık doğumları tedirgince izleyen kadın doktorları da eklediğinizde tam bir muammaya dönüşüyor. Baştan sonra anlamsız bir kabustan öte bir şey ne yazık ki yok. Ataerkil düzenin kirlettiğini varsaydığımız dünyaya kadınca bir başkaldırı mı ifade ediyor yoksa, neye başkaldırıyor bu kadınlar tam olarak, en ufak tutarlı bir yoruma bile imkan tanımayan bir dil kurmuş yönetmen. İnanılmaz bir sembol yüküne sahip film ve daha kötüsü hiçbirini bir yere oturtamadığımız, çerçevesi çizilmemiş temelsiz bir sembolizm bu. Yer yer zorlasa da yine de kendini ilginç biçimde izlettiren, izleyicisine de Fransız bu filme, İngiliz bir ifade kullanmak istiyorum: "not my cup of tea" ve ekliyorum, filmi beğendiğini söyleyen eleştirmenlerin tam olarak neyini beğendiğini ifade edememesi ayrı bir tuhaflık. Mesela buraya tıklayın ve karşınıza çıkan eleştirmenin eleştirisinde (???) bu filmi neden bu kadar çok beğendiğini açıklayın, neden beğenmiş sahi ya, o kadar laf kalabalığının içinde anlayan beri gelsin, bana da anlatsın olur mu? 

Yıldız: * 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder