1914 yılında İzmir'de dünyaya gelen Henri Langlois'nın 1936 yılında Fransa'da öncü olduğu bir kültür sinematekler. Türkiye'de 1965 yılında Onat Kutlar sinematekin öncüsü oluyor. 1980 darbesinde kapanıyor. Şimdi Kadıköy'de yaşıyor.
Peki o zaman bu Filibus kim? Filibus, kılıktan kılığa giren gizemli bir hırsız. Valeria Creti'nin canlandırdığı (tanıyan var mıdır?) Filibus, diğer tarafta Giovanni Spano'nun canlandırdığı dedektif ve başka birkaç oyuncu daha var. Hikaye bu gizemli hırsız Filibus'un kim olduğu sorusu etrafında dönüyor. Tabii Filibus ve biz izleyiciler biliyoruz da, dedektif işi bu ya, bu gizemli hırsızı bulmak için türlü yollara başvuruyor. Amma yavuz hırsız ev sahibini öyle bir bastırıyor ki sormayın gitsin! Dedektif suçluyu ararken ha bire suçlu olarak kendisiyle karşılaşıyor. Sonunda yarım bir zaferle (o da tartışılır) Filibus'tan kurtuluyor ve Filibus yeni maceralara yelken açıyor. Filmin mizansen tasarımı; mimik ve jest kullanımı, objeleri, ışığı kullanma şekli o günkü teknik şartları da göze alırsak mükemmel, 76 dakika için hem yarattığı ritim, hem gelişim aşamaları açısından ustalıklı bir senaryoya sahip. 5 bölümden oluşan film bir an bile dikkati dağıtmıyor, özellikle 2.bölümden itibaren. Ayrıca kamera-fotoğraf kaydının gücüne dikkati çeken ilginç bir sahneye de sahip... Sessiz dönem film izleme pratiğini yerinde görme şansı sunan örneğin dikkat çekici noktalarından biri de hem arayazılar hem da kullandığı bazı gazete küpürlerinin İngilizce olması, gazetenin adı İtalyanca ama altında yazanlar İngilizce. Burda henüz sinemada dil problemi ortaya çıkmadan önce çok kısa yazıları ortak dil (o dönemde dahi artık İngilizce) ile çözüme kavuşturduklarını düşündüm ama filmin orijinalinde bu yazılar Flemenkçeymiş, bizim izlediğimiz kopyasında İngilizce. Ayrıca bir noktada sinemayla entelektüel olarak ilgilenenler için sinemaya yapıldığı rivayet edilen iki ihanetin üzerine düşünme fırsatı veriyor böyle filmler.
Birincisi Batı'da Rudolf Arnheim başta olmak üzere çeşitli kuramcıların (bizde Nijat Özön örnek verilebilir) bir savı vardır, önce sinemaya sesin girişi akabinde diyalogların artışı sinemanın gücüne ket vurur, sinema öncelikle görsel-hareketli bir medyumdur, bu yanını özenle koruması yaratıcılığı tetikleyecektir. Gerçekten teknik yetersizliklerin yüksek olduğu bir dönemde Filibus örneği, sinemanın yoksunluklar içindeki olanaklarının büyüklüğünü gösteriyor. Sinemaya rivayet edilen diğer ihanet ise Hollywood'un sinemada bir gelenek yaratmanın öncüsü olurken klasik-kurucu anlatıyı yıllarca ana akım anlatı olarak kabul ettirmiş olması -ki sonra ona savaş açanlar modern anlatı geleneğini yarattı. Kimilerine göre sinema varoluşu gereği zaten moderndi, klasiğe neden dönüldü. Ve Filibus örneğinde de görüldüğü gibi modern anlatının izleri o yıllarda dahi var. Filibus bir hırsız kim filmi olmasına karşın, daha filmin başında hırsızın kim olduğunu gösteriyor, film boyunca bu merak unsuru yerine Filibus ve dedektif arasındaki kedi-fare oyununa Filibus'un kurnazlıklarına ve ayrıntıları nasıl incelikle ele aldığına odaklanıyoruz ve dikkat, bunu yapan bir kadın, yıl 1915.
Yıldız: * * * * *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder