30 Haziran 2011 Perşembe

Mutluluğum nerede?

Ukraynalı belgesel yönetmeni Sergey Loznitsa'nın ilk kurmaca filmi ''My Joy(Mutluluğum)'' un yüklü kamyonla seyahat eden bir adamın başına gelenlerden yola çıkarak, Rus kırsalındaki yozlaşmışlık, suç ve şiddet üzerine günümüz portresi çizen son derece ''çarpıcı'' bir film.


         Afişte de görmüş olduğunuz, filmin henüz ilk sahnesi: bir çimento harcı dönüyor da dönüyor, bir adam yerde sürükleniyor ve pat diye harcın içine atılıyor, üzeri de çimentoyla kaplanıyor. Aslında henüz film jeneriği akmadan gördüğümüz bu sahne nasıl bir film izleyeceğimizin de işareti. Daha sonra ise bir adamı takip etmeye başladık, onun kamyonu alıp yolculuğa çıkışı ve yolda başına gelenleri gördük. Ahlaksız, piskopatça bir faşizmi yaşatan ''belge'' delisi otoban karakolundaki polislerden tutun da, etrafta cirit atan küçücük fahişeye, (18 yaşında olduğunu söylese de daha küçük gözüküyor) bir savaş gazisine, ayyaşlara,daha sonra ortaya çıkan başka bir fahişeye bir çok kişi var filmin içinde. Bütün izlediklerimiz ne biçim bir dünyada yaşıyoruz sorusuna acımasız cevaplar veriyor, deyim yerindeyse tokat gibi yüzümüze vuruyor. Filmin haliyle belgeselvari bir yapıya sahip olduğunu belirtmeye gerek yok sanırız, ancak bu tarz filmlerde çok sık görmeye alışık olmadığımız ''flashback'' ve mevsimsel bir zaman sıçraması göze çarpıyor, filmin daha ilk dakikalarından itibaren 2000'lerin Romen sinemasına çok yakın bir tadı olduğu/film estetiğine sahip olduğunu farkediyorsunuz, olaylar ilerledikçe Hanekevari bir etkiye maruz kalmak mümkün, film bittiğindeyse Bresson'un L'argent(Para) isimli şahane filmini hatırlamak da muhtemel, bu arada Romen Sineması demişken filmdeki oyunculardan birinin Cristian Mungiu'nun başyapıtı 4 Ay 3 Hafta 2 Gün isimli filmdeki kötü niyetli kürtajcı  olduğunu, görüntü yönetmeninin de Lazarescu'nun Ölümü filmindeki şahıs olduğunu belirtmeden geçmeyelim, birçok filmle akrabalıklar kurmuşken suç kavramıyla ilintili olarak bu toprakların dahisi Dostoyevski ruhunun bile  filmin üzerinde olduğunu söylersek çok zorlama olmaz herhalde, elbette yönetmen de edebiyatla, filmi arasında bir bağ kuruyor ve Dostoyevski sonrası 20.yy Rus yazarların kurmaya çalıştığı ''mutluluk mekanizması'' kavramının ne kadar da karşılıksız olduğunu göstermeye çalıştığını söylüyor, böylece film boyunca bir türlü anlam veremediğimiz  filmin ismi olan ''Mutluluğum'' kelimesi de anlam kazanmış oluyor.
        Benim sinema sanatına duyduğum tutkunun kaynağı olan yapıtların neredeyse %90'ı Fransa, İtalya ve Doğu Avrupa orijinlidir. En nihayetinde ''Mutluluğum'' bir dönem Varşova Paktı'na girmiş ülkelerin baba filmleriyle tabii ki kıyaslanacak değil, ancak komünizm döneminde de günümüzde de insanlığın akıl almaz bir şiddetle yoğrulduğunu, aslında yönetimler değişse bile özünde değişen bir şeyin olmadığını, insanın canavar kaldığını söyleyen, komünizmin-en azından Rusya'ya- '''mutluluğum''u getirmediğini anlatan, bu yılın (çıkış itibariyle geçen yılın) en sert ve güçlü filmlerinden biri. Andrey Zvyagaintsev'in ''Dönüş''ünden sonra o coğrafyadan çıkmış beklenmedik bir ilk film başarısı.
Not: Bir önceki yazımızda Mike Leigh'nin Another Year adlı filminin Cannes'dan eli boş dönmesinin yadırgandığını belirtmiştik, hem bir ilk film (kurmaca) hem de Cannes'da 'Resmi Seçki'ye alınan ilk Ukrayna filmi olma özelliklerini de barındıran ''Mutluluğum''un ödülsüz dönmesi asıl yadırganması gereken, akıl alır gibi değil. Tim Burton'un şakası diyelim :))) Yıldız:* * *

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder