13 Şubat 2020 Perşembe

Parazit'in Ödülüne Neden Şaşırmadım

İnsan gerçekten hayret ediyor, neymiş efendim ilk defa İngilizce dışında bir dilde film En İyi Film Oscarı'nı almışmış, bu bir devrimmiş, sinema tarihinin akışını değiştirebilecek bir büyük adımmış. Hatta biri twitter'da paradigma değişti yazmış. Daha neler dedim... Bu konuda birkaç tweet attım ama yaratılan iklime o kadar hayret ettim ki, tweet ile sınırlı kalmasın blogta bu konuda bir kaydım olsun istedim. Malum tweetler geçici ama bu blog daha kalıcı ve tamamen sinema üzerine bir platform... Pek çok kez yazdım aslında, bunlar sektör ödülleri ve onların en popüleri olan (çünkü sektörel olarak en güçlü sinema ülkesi ABD'de dağıtıldığı için) Oscar'a çok fazla anlam atfedildiğini ve bunun sinema ile ilgilenen insanlar için bir şey ifade etmediğini ama sonuçta bir oyun olarak eğlenip geçileceğini, ama ne fayda !... Sinema sektörünü canlandırma amacı güden bu ödüllerin amacına ulaştığını Box Office Türkiye ortaya koyduğu verilerle açıkladı zaten, vizyona girdiği 1 Kasım'dan bu yana, yani 14 hafta 3 gün gibi bir süre içerisinde 126.955 seyirciye ulaşan Parazit, Oscar'ı aldıktan sonraki sadece 3 günde 27 bini aşmış. Filmin dağıtımcısı, yapımcısı, yönetmeni vs. için muhteşem bir olay bu. Dünyanın pek çok ülkesinde de benzer durumun gözlendiğini düşünürseniz, kârlarına kâr katacaklar. Ve belki garipseyeceksiniz ama hepsi bu kadar işte. Zaten Güney Kore sinema ve dizi endüstrisi 1990'lardan itibaren önemli atılımlar içerisindeydi, devlet politikası ve büyük şirketlerin desteğiyle küresel popüler kültür pazarına girmeye başlamışlardı ve ABD'de belirli bir izler kitleye ulaşıyorlardı. Kore Dalgası (Hallyu) adı verilen rüzgarın (Gangnam Style gibi müzik videoları da dahil) eleştirilen yanı da fazla ana akım, homojen, sığ olarak tabir edilebilecek bir kültürel dünyaya ait olmasıydı zaten, dünya üzerinde popülerleşmesi de buna bağlanıyordu. Bu konudaki çalışmaları incelerseniz çok daha geniş bir bilgiye sahip olabilirsiniz, biri de buraya tıklayarak görebileceğiniz çalışma. Ama efendim ABD dışından bir ülkeden geliyormuş bu film o zaman bu ödül Güney Kore sektörünü mü canlandırıyor? Evet biraz öyle, zaten ABD uydusu denebilecek, bir zamanlar bizim de ABD'nin yanında kapitalizmlerini korumak için savaştığımız bir ülkeden bahsediyoruz, birkaç yıl önce Cinemaximum dediğimiz sinema zincirlerini bile kademe kademe satın almış bir ülkeden... Üstelik ABD dışından bu ödülü alan ilk ülke değil ki. 2012'de The Artist'in yönetmeni hatırlarsanız Fransız idi. O dönemde hem bu durum hem de bir sessiz filme ödül verilmesi büyük bir değişim olarak lanse edilmişti çünkü çoğunluğu beyaz, yaşlı ve hatta milliyetçi akademi üyelerinin ABD dışından yapımlara oy atması çok beklenen gelişmeler değildi ama olmuştu işte. Yine daha önceki yıllarda En İyi Film Dalı'nda olmasa bile En İyi Özgün Senaryo Dalı'nda İspanyol Almodovar'ın, İspanyolca filmi Hable con Ella'nın ödül almışlığı da başka bir örnek... Neyse sonra olmaz denen oldu siyahi bir yönetmene de En İyi Film Oscarı'nı verdiler, Steve McQueen'e, 12 Years a Slave ile, ama önceki yıllarda yönetmenin çok daha sivri filmleri varken, onlar gibi değildi bu film. Sonra daha ileri gittiler yönetmeni siyahi olmasının yanında siyahi bir eşcinsel hikayesini ödüllendirdiler. Sözde o da bir devrimdi ama Moonlight (2016) adındaki bu filmin parıltısı yoktu, sinema sanatına katabileceği yeni dokunuşu ya da derinlikli bir hikayesi yoktu... Bu yıl ödülü kazanan Parazit'in dilinin de yabancı olmasına çok dikkat çekildi. Daha önceki ilklere ek olarak esasen Parazit de bu açıdan ilk, neredeyse tamamı Korece bir filmdi. Sinema dili açısından müspet yanları epey olmasına karşın, vizyona girdikten sonra 7 Kasım'daki yazımda da belirttiğim gibi Hollywood'un dünyaya armağan ettiği tür sinemasının kodlarıyla ilerleyen bir filmdi, hem de pek çok türün. Ayrıca ancak ortalama izleyiciyi güldürmeye çalışan bir mizah anlayışına sahipti. Yani en nihayetinde taa Mayıs ayında Cannes'da izleyenlerin izlenimlerinden edindiğim ve temkinliyim dediğim ve olağanüstü bazı tepkilerden tahmin ettiğim o ana akım karakteristikleri taşıyan bir filmdi. Sadece bu kadar da değil, üstelik içerik olarak karakterinin konuşmasına İngilizce serpiştiren, bahçedeki çadırın su geçirmeyeceğini çünkü onu Amerika'dan aldıklarını söyleyen dahası alt sınıf bir ailenin üst sınıfın yanında işçi olmak için o ailenin yanındaki işçileri iftira sonucu işinden edip onların yerine geçip bu kez onları işsiz bırakan, bu yaptığıyla da insanları güldürmeye çalışan bir yanı vardı. Sınıfsal derin eşitsizliği hiçbir biçimde eleştirmeyen, başkalarının ayağını kaydırarak yükselmeyi sevimli gösteren hani. Düzeni adil yönde iyileştirmeyi değil, düzenin aktörlerini değiştirip aynen işlemesini, ekonomik açıdan gayet sağcı bir tavrı meşrulaştıran bir film Parazit. İşte sonuçta ABD'nin dünyaya empoze ettiği ekonomi-politiği yeniden ve Kore dilinde üreten bir filmin ödülü alması nasıl bir devrimmiş, hangi paradigmayı değiştirmiş bilen beri gelsin. Yani bu film devire devire neyi devirmiş olabilir ki? Yani sanıyor musunuz bundan sonra sık sık İngilizce dışında dünya sinemasından çeşitli örneklerin En İyi Film Oscarı'nı alacağını. Mesela son yılların Güney Kore sinemasındaki ana akım karakteristiklere ısrarla yer vermeden kendi özgün dilini kuran ve bence şu an Güney Kore'nin en yaratıcı yönetmeni olan Hong Sangsoo'nun bir filminin bırakın En İyi Film Oscar'ını almasını, değil En İyi Film'e, En İyi Uluslararası Film'e aday olabileceğine kim ihtimal verir? Hadi diyelim bundan sonra zaman zaman İngilizce dışı dillerden filmlerin En İyi Film Oscarı'nı alabileceğini varsaysak bile sadece belli katı sınırlar dahilindeki filmlerin buna ulaşabildiğini görürüz. Bir devrimden, bir paradigma değişiminden bahsedeceksek tam anlamıyla bir sanat filminin ya da Ken Loach ve türevi politik sinema örneklerinin bu ödülü alması gerekir. Öyle bir şey olursa, işte o zaman paradigma değişmiş olur çünkü paradigma bir şeyin nasıl üretileceği konusundaki modeldir, sadece filmde konuşulan dilin farklı olması değil. Burada gördüğümüz dev bir kapitalist endüstrinin her seferinde çok ama çok küçük yenilikleri bir devrim gibi lanse ederek kendi cazibesini yeniden ve yeniden üretmesi ve kitleleri de buna inandırması. Siz siz olun her şeye inanmayın !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder