6 Kasım 2016 Pazar

Verhoeven'den Gerilim, Cinsellik ve Sanki Ruhun Dehlizleri

Paul Verhoeven'in Elle'sinden çıktıktan sonra salonu oldukça yoğun bir sinemasal haz alarak terkettiğimi düşündüm, tıpkı Cristi Puiu'nun deneysel filmi Sieranevada'da olduğu gibi ama filmi şöyle bir demlenmeye bırakınca 'sanki bir tür başyapıt' mertebesinden de uzaklaşıyor mu diye sordum kendime. Yanıtı basit aslında, bu filmlerin dertleri ne tam olarak, o kadar da ciddiye alınacak bir dertleri mi var? Tartışılır.

Elle'de yaşadığım bu durum aslında geçen hafta Almodovar'ın Julieta'sında yaşadığımın biraz tersi, o gün filmden çıktığımda Almodovar'a göre biraz kuru mu ne demiştim. Sonra o kuru görünümün içinde de bir değer vardı bana kalırsa. Buradaysa zaman geçince o ilk çok büyük çoşku biraz sönümleniyor mu ne deme noktasındayım, belirtmiş olayım.

Yönetmen aslında Hollywood içinde de çok sayıda film üretmiş Paul Verhoeven ve 10 yıl sonraki ilk uzun metrajı karşımızda olunca farklı bir ilgiyi hak ediyor. Çocukluğumuzun Robocop ve Temel İçgüdü (onun da Altın Palmiye için yarışmışlığı vardır) filmlerinin yönetmeni aynı kişi, düşünün. Bu kez yer Paris, ve senarist David Birke ile beraber kısmen daha bir arthouse anlatı modeli seçtiği söylenebilir.

Elle, Philippe Dijan'ın Türkçeye de geçen yıl kazandırılan Vay... (Orjinali Oh... olan) adlı novellasının alabildiğine sadık bir uyarlaması. Isabelle Huppert'ün başarıyla canladırdığı Michel kitapta 40'lı yaşların sonunda çekici bir kadın, burada yaşı daha büyük, ne gam. Huppert'in adeta zamanı durdurmuş, Fransız kadınının sade güzelliğini canlandırışı az şey mi?

Evinde maskeli birinin tecavüzüne uğramasıyla açılıyor film, Michel tuhaf biçimde polisi işin içine katmıyor ve kendi yöntemleriyle kendini korumaya karar veriyor. Birçok karakter mevcut: eski eşi, oğlu, oğlunun zirzop eşi gibi, bir de sevgilisi var Michel'in, Robert, ilginç olan yakın arkadaşı Anna'nın eşi o da ve Anna, Michel'le aynı zaman doğum yapmış, ama çocuğu o zaman ölüverdiği için birkaç kez Michel'in oğlunu emzirmiş ve aralarında yıllara varan güçlü bir bağ oluşmuş Anna ve oğlan arasında (yeterince ilgi çekici değil mi?). İşte kitapta biraz irdelenen bu mevzu filmde inanılmaz üstün körü atlanmış, bir şey diyemiyoruz. 

Bir yandan da Michel'in geçmişinde psikopatça cinayetler işlemiş akıl hastanesindeki babası var ve azgın bir annesi dahası Michel'in babasından kök alan problem bu yaşadığı tecavüz olayı ve sonrasına bir referans olabilir diye düşünüyorum.

Ama bu kadar çok karakteri göstermenin ardına taşıyamıyor film bizi, yeterince derinleşemiyor. Michel'in kedinin fareyle oynadığı gibi izleyiciyle oynamasını sağlıyor ancak. Kitap tamamen Michel'in iç sesiyle -hem de yoğun biçimde- ilerlerken burada kamera Michel'i bir an terketmese bile öyle bir yöntem tercih etmiyor yönetmen.

Sonuç olarak, çok iyi oynanmış, çok iyi çekilmiş bana kalırsa ana esere ille de sadık kalma takıntısında doğan küçük kusurlarına rağmen yine de son derece sürükleyici bir psikolojik gerilim. Ve Batı basınının ifade ettiği bir rape comedy alt türüne girer mi bilemiyorum ama doğrudan tecavüzle alakalı olmayan ince bir güldürü film boyunca ara ara sezdiriliyor.

Yıldız: * * * *

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder