8 Şubat 2015 Pazar

Sen Kazanınca Ben Kazanacağım, Ülke Kazanacak...

Geçtiğimiz hafta vizyona kimi yerlerde Başka Sinema kimi yerlerde genel dağıtım (Ankara mesela) kapsamında giren Foxcatcher son dönemlerde beni epey tatmin eden Amerikan bağımsız sinemasının yeni örneklerinden. Cannes'da alışılmış Mizansen Ödülü alan filmlerden bir nebze farklı; sinema dilinin kalıplarının ötesine geçmek için çaba gösteren, yenilikçi bir film değil Foxcatcher, ama biraz ağırbaşlı, mesafeli, yalın anlatımıyla başarılı bir yönetmenliğin gereklerini yerine getirmediğini de kimse söyleyemez, üstelik bunlara başta makyaj olmak üzere hatırı sayılır sanat yönetimi dokunuşlarını eklersek bu anlamda değeri daha da artacaktır. Steve Carell ve Channing Tattum'um farklı iki oyunculuk tarzını oldukça başarıyla yansıttıklarını da ekleyelim tabii. Filme ilişkin yazılanlara ilişkin okumalarımda dikkatimi çeken başlıca unsur; filmin anlattıklarının üstünkörü geçilmesi, çok fazla söz söylemekten çekinilmesi, şüphesiz filmin mesafeli yaklaşımının bunda payı olduğunu inkar edemeyiz. İma eden, yorumu izleyicisine bırakan, anlattıklarının altını asla kalın kalın çizmeyen bir film Foxcatcher. Türkiye güreş tarihinin de yakından tanıdığı Schultz kardeşleri anlatıyor. Küçük kardeş Mark Schultz 1984'de kazandığı tartışmalı (bize göre) altın madalyadan sonra Fransa'daki Dünya Şampiyonası ve 1988 Seul Olimpiyatlarına hazırlanmaktadır. Bir gün Fransız göçmeni Amerikan milyarderi Jean du Pont'nun (Hıncal Uluç teflon tavayı dünyaya kazandıran aile olarak da tanıtıyor) onu takımına alma teklifine hayır diyemez. Bir yandan abisinden kopup kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır diğer yandan başka bir abi (biraz da eşçinsel ilişki) bulmuştur. Üçlü arasındaki aşk üçgenini de andıran çetrefil filmin trajik sonunu yavaş yavaş hazırlar. Foxcatcher, kapitalist-millliyetçi-otoriter kısaca sağcı kafanın oluşturabileceği tahribatı anlatmaya çalışmış. Sonu gelmeyen kazanma isteği her ortamda-coğrafyada ciddi tahribatlara yol açmıyor mu? Bunun dünyadaki bugünkü lideri de Abd. Filmde win-win mantığı, madalyalar ile ülke itibarını kurtarma düşüncesi filmin odak noktası olmuş. Kapitalist toplumdaki açgözlü, egoist insandan yola çıkarak bir ülke ve sistem eleştirisi yapmaya çalışan Benneth Miller kuşkusuz anlamlı bir iş yapmaya çalışmış. 2 yıl önce Andrew Dominik'in Killing Them Softly ile yapmak istediğini bir tık ileri götürdüğü de söylenebilir. Filmin sonunda sistemin kullanıp bir köşeye attığı Mark Schultz kafes dövüşü yaptığı sırada seyircilerin Abd Abd diye bağırması da yerinde olmuş elbet.
Yıldız: * * *

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder