7 Temmuz 2012 Cumartesi

Elena ile Olmak İstediğim Yer




Andrey Zvyagintsev, bu ismi 2003'te Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan kazanan filmi 'Dönüş' sayesinde tanıdık, filmi izlediğimizde bir ilk film olmasına rağmen bu ödülü ne kadar çok hakettiğini söyleyedurduk. Tüm zamanların sözü çok iddialı olur ancak; belki de son 20 yılın en iyi ilk filmine imza atmıştı yönetmen, iki çocuğun neredeyse hiç hatırlamadıkları, yıllar sonra eve gelmesiyle tanıştıkları babalarıyla geçirdikleri hazmı zor günü Freudyen komplekslere ister istemez bizi taşıyan bir filmle karşılamıştı. Kadrajları ve oyunculukları bir ilk filmin çok ötesindeydi. Özellikle çocukların film boyunca yanlarında taşıdıkları fotoğraf makinesiyle çektikleri fotoğraflar ise çok ince bir zekanın habercisiydi, çünkü filmin sonunda bu fotoğrafları gösteriyordu yönetmen. Aynı fotoğraf makinesiyle aynı rulodan çekilen ilk fotoğraflar da babaları onları terk etmeden önce çekilmişti ve aradaki uzunca boşluğu bu şekilde yansıtmayı tercih ediyordu yönetmen, film bittikten sonra. İkinci filmi 'Sürgün' de yönetmenin Tarkovski etkisinde, film elementlerine ne kadar da hakim bir sinemacı olduğunun kanıtı gibiydi yalnız bu film biraz fazla uzundu hepi topu 120 dakikada anlatılacak hikayeyi 150 dakikaya taşıyınca ilk filmden aldığımız çarpıcı lezzeti almakta zorlanmıştık. Ve Zvyagintsev 3. filmine imza attı, yine tek kelimeden oluşan bir film: Elena. En baştan söyleyelim yönetmenin çıtayı giderek yükseltmesi beklenirken düşürüyor bir kez daha. Elena'ya zengin bir adamın karısı, o kadının bakmak zorunda olduğu fakir ailesi ve adamın kızı arasında geçen mizahtan arındırılmış bir Çehov öyküsü gibi bakılabilir. İlk başta Haiku şiirini hatırlatırcasına uzun çokça planlar ve minimalist diyebileceğimiz bir başlangıç daha sonrası ise o çizgiden uzaklaşmaya, tempo kazanmaya çalışan bir film diyebiliriz. Filme topyekün baktığımızda ilk 2 filmindeki şiirsel doku da yok aslında. Film ikinci yarıda hareketlense de, bir türlü arzu ettiğimiz ritmi kazanamıyor, çok da gerekli olmadığını sandığımız sahneler var gibi geliyor ve film bittiğinde her şey havada kalıyor hissiyatına kapılıyorsunuz. Tabii ki Rus toplumu ve onun da ötesinde sıradan insanların evrensel masalına benzeyen bir şeyler bulanlar olabilir, özellikle filmin en büyük artısının oyunculuklar olduğunu kabul etmeliyim. Yine de ilk filmi Dönüş'ün şiirselliği ve etki gücünden çok uzakta kaldığını söyleyebilirim. Geçtiğimiz yıl Cannes'ın ikincil seçkisi olan Belirli Bir Bakış'ta yarışmıştı film. Bir önceki filmi Sürgün ise ise birincil seçki olan Altın Palmiye yarışındaydı. Thierry Fremaux ve ekibinin bu filmi bir alt bölüme boşuna almadığını anladık film bittiğinde. Umarız Zvyagintsev bundan sonraki filmiyle başladığı yere hatta onun da ilersine gidebilir. Rus sinemasından beklediğimiz bu. Yıldız:*
Sorrentino'dan Kişisel Bir Film
İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino'nun 'Olmak İstediğim Yer' adlı filmi de önümüzdeki hafta ülkemizde vizyona girecek. Filmde Sean Pean orta yaşlarında bezgin, depresif bir rock yıldızını canlandırır. Giyimi, makyajı kendine hastır, çevresince garipsenir. Birgün uzun yıllardır görüşmediği babasının ölüm haberi üzerine ülkeden ayrılır, bu süreçte babasının bir nazi subayı tarafından işkence gördüğünü öğrenir, Holocaust'u öğrenir ve nazi subayını bulmak için yollara düşer bu esnada bir çok insanla tanışır, onlarla konuşur, bu sayede sırtında taşıdığı yük olan geçmişle yüzleşir, belki de kafasında öldürdüğü babası yeniden canlanır. Sinema dili belli bir düzeyin üzerinde, senaryosu ve oyunculuğu da öyle denebilir, film bittiğinde (belki de finalinden kaynaklanan) hoş bir tat damağımıza değse de; film içerisinde bizi filme yabancılaştıran o kadar çok müzik kullanılmış ki, bir rock yıldızını anlatıyor olsa bile keşke bu kadar yapmasaydı demeden edemiyoruz, sonuçta bir müzikalde değil perdedeki; tipik bir yol hikayesini, dönüşüm hikayesini parodileri andıran birbiriyle bağlantı kurmakta zorlanacağımız bir stilde anlatması da, izleyiciyi sıkan başka bir unsur olarak düşünüyorum. Beni pek doyuramadı sonuçta ama bir bütün olarak bakınca fena film demek de haksızlık olur gibi geliyor. Mesela Jim Jarmush'un 'Kırgın Çiçekler'i de kimi yönlerden benzerlikler barındıran bir yol filmiydi, yalnız iki filmi karşı karşıya getirince abartılı müzik (mini konserler bile izliyoruz) ve parodivari stili bu filmi aşağılara çekiyor. Yol filmi ve David Byrne sevenlerin hoşlanma şansı yüksek herşeye rağmen. Yıldız:* * 
Bu arada şöyle bir baktım da uzun zamandır çok sevdiğim filmler yok, dolayısıyla alabildiğine olumlu, aşkla yazılmış eleştiriler de gelmiyor, umarım bundan sonra yazacağım filmler 7.sanata çok yakışan, benden 4 hatta 5 yıldız alabilecek düzeyde olur. Peki bu filmler seni tatmin edemiyorsa niye yazıyorsun diyenlere de şöyle söyleyeyim. Şu anda en iyileri bunlar, bunu belirtmek için, düşünün artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder