23 Aralık 2011 Cuma

2011'İN EN İYİ FİLMLERİ:

10-SCHASTYE MOE/MUTLULUĞUM: Daha önce çeşitli filmlerde de görmüş olduğumuz bir konuyu işliyor. Aslen hiç kimse suçlu değildir, onu o hale toplum getirir savından yola çıkan filmin yaratıcısı kamerasını Rus bozkırının orman kanunlarıyla işleyen yapısına çeviriyor, en başta sıradan ve masum görünen ana karakter bozkırda öyle bir kayboluyor ki; başına gelmeyen kalmıyor ve en sonunda suçlu suçsuz demeden herkesi öldüren biri haline geliyor. Tabii bütün bunları Rus-Romen sinemasına has etkili bir sinema diliyle henüz ilk 'kurmaca' filminde dile getirince de bu listeye girmeye hak kazanıyorsunuz.

9-MİDNİGHT İN PARİS/PARİS'TE GECE YARISI: Woody Allen son filminde, kanımca en iyi filmlerinden birine imza atıyor. 'Paris'e duyduğu 'aşk'ı açığa vuruyor, önce kartpostal niyetine gördüğümüz enfes kentten parçalar, sonraysa Paris'e gelen yazarın kentin geçmişinde kayboluşu... Film bir kez daha yaşadığımız anın ne kadar değerli olduğunu hatırlatmak istiyor sanki, anlayana tabii. Aslında her insanın 'yaşayamadığı bir geçmiş'e özlem duyabileceğini, bunun sonu gelmediğini eğer her ne yaşamak istiyorsak, en başta da aşkı 'şimdi' yaşayabileceğimizi fısıldıyor kulağımıza. Kendi olgun mizahi imbiğinden geçirerek yapıyor bunu. Sonucunda da hem seyri zevkli hem de önemli şeyler söyleyen bir film çıkıyor.

8- LE GAMİN AU VELO/BİSİKLETLİ ÇOCUK: Dünya Sineması'nın önemli ustalarından Dardenne'lerin çizgilerinden hiç taviz vermeden yine bir çocuğu anlattıkları film, onların en azından anlatım biçimiyle kendileri yenilemedikleri şeklinde küçük bir eleştiriye açık olsa da belli standartların epey üzerindeki dokusuyla takdirimizi bir kez daha kazandı.
7-SOMEWHERE/BAŞKA BİR YERDE: Bizleri bir Hollywood yıldızının ışıltılı dünyasına götüren film, bizde 'Issız Adam' ve sonrasında 'Kaybedenler Kulübü' ile oluşturulmaya çalışılan, yakışıklı, kariyerli, cinsel hayatı dopdolu insanların abuklamalarına değil de gerçek anlamda böyle bir yaşam tarzına sahip insanın; sevgiden, aşktan uzak olduğu sürece cinsellikteki doyumun onu yalnızlıktan kurtaramayacağını, mutlu edemeyeceğini; Antonioni filmlerini andıran son derece dingin bir atmosferde ele alarak gönlümüzü kazandı.
6-A TORİNOİ LO/TORİNO ATI:
Yılın belki de en sıradışı filmi. Hayatımızın monotonluğunu/amaçsızlığını kafamıza kazırcasına tekrarlara bolca başvurarak anlatan, 'sıkıcı' tabirini alması muhtemel bir film. Nietzsche'yi bir daha iyileşmemek üzere yatağa bağlayan atın akıbetinin üzerine giden bunu yaparken de sahibi ve onun kızını da odağına alan Bela Tarr'ın eseri felsefi derinliğinin yanısıra oldukça stilize tarafıyla da sinemada izlenmeyi haketmişti. Katıksız bir sanat sineması örneği Torino Atı.

5-BIUTIFUL: Kesişen yaşamları sinemasına ustalıkla yediren İnarritu'nun daha doğrusal çizgide ilerleyen bu örneğinde, Barcelona'nın Nou Camp ve Katalonya romantizminin ötesinde insanları suçun ve yoksulluğun cenderesine nasıl aldığını, küresel ekonomi politiklerin küçük insanların hayatını nasıl da mahvettiğini ve tertemiz bir insanın bile bu pisliğin içinde başkalarına hiç istemeden de olsa zarar vermesinin trajedisini duygusal-gerçekçi diyebileceğimiz olağanüstü bir melodram janrına gözkırparak bizlere sunmuştu Biutiful. Özellikle hiç bir müziğin kullanılmamasına rağmen bizleri gözyaşlarına boğan Javier Bardem'in canlandırdığı Uxbal ile kızının tuvalette birbirlerine sarıldıkları sahne hala hafızamızda dipdiri.

4-JODAEİYE NADER AZ SİMEN/ BİR AYRILIK NADİR VE SİMİN: İran sinemasının son dönemlerdeki en çarpıcı örneklerinden biriydi. Son derece yalın, ustaca kotarılmış yönetmenliğinin yanısıra mükemmel bir senaryoya ve oyunculuklara sahip film kendi toplumunun açmazları üzerine klinik bir raporun tüyler ürpertici soğukluğunu içimize işledi. Bir yandan sınıflı toplum üzerine de düşünme olanağı tanıyan film, 'sanatın sesi ne kadar olumsuzluk varsa o denli güçlü çıkar' tezini savunanları haklı çıkaracak cinstendi.
3-DES HOMMES ET DES DİEUX/ TANRILAR VE İNSANLAR: Tek kelimeyle Fransız sinemasının farkını/üstünlüğünü ortaya koyan bir yapım. Tamamen gerçek bir olaydan yola çıkarak çekiciliğini kat be kat arttıran film, yönetmeninin hiç bir ticari ya da dini kolaycılığa en ufak bir bakış atmadan alabildiğine tutarlı ve etkili bir şekilde perdeye yansıttığı önemli bir psikolojik-dramdı. Keşişlerin inançlarını sorgulamadığı ve meselenin tek boyutuna baktığı gibi sert eleştirilere maruz kalsa da, en başından beri bir filmin her şeyi anlatamayacağını, tuttuğu dalın da çok sağlam bir yerde olmasının çok değerli manaya geldiğini savunduğum filmi birçok eleştirmen arkadaşımın görmezden geldiğini düşünüyorum.

2-BİR ZAMANLAR ANADOLU'DA: Ülkemizin gururu bir film, ilk sıraya bile koymayı düşündüğüm ancak birazcık da olsa duygusallığın önplana geçmesinden korktuğum için 2. sırayı daha uygun bulduğum film, Nuri Bilge Ceylan'ın estetik derinliğinin az da olsa devinimli kamerayla ulaştığı son nokta. Üstelik senaryosu ve diyaloglarıyla da kendi sinema tarihimizin en iyilerinden olan bu yapıt,tıpkı Antonioni'nin Blow Up'taki cinayet meselesinin filmi sürükleyen 'araç' olmasının dışında aslında bizi ilgilendiren bir mesele olmadığı, çok daha derin mevzuların tartışılmasına kapı açtığı gibi buradaki gömülü ceset de aynı işleve sahip. Onu arayanların da aslında katilden bir farkı olmadığı, hiyerarşinin, yalanın, aslında taşrada kanın en masum görünene bile sıçradığının, hatta Anadolu'nun nasıl da öteki olduğunun, geri kalmışlığının 'aracı'. Hitchcock'un macguffin'inin modern örneklerinden biri. Nuri Bilge Ceylan'ın Tarkovski, Antonioni, Bresson gibi ustaların dışında Sergio Leone ve Romen Sineması'nı da takip ettiğinin ve kendi eserlerine ne kadar incelikli bir özgünlükte nakşettiğinin kanıtı. Onu Dünya Sineması'nın üst sıralarında görmeyi bir yana bırakın, filmini festivallerden sonra ilk izleyen ülkenin çocuklarından olmak en büyük ayrıcalık.

1-THE TREE OF LİFE/ HAYAT AĞACI: Yılın tartışmalı filmlerinden biri. Bir çok insanın anlamakta zorluk çektiği, karışık bulduğu, Heidegger'in öğrencisi, filozof sinemacı Terrence Malick'in son vuruşu. Her ne kadar hayatın anlamı üzerine bir deney olarak düşünüldüğünde modası geçmiş bir çalışma gibi görülse de günümüzden 13 milyar yıl önceye flashback yapan benim bildiğim ilk film olması şöyle dursun, sinema dilini yenileyen, görsel-işitsel açıdan incelikli kelimesinin yetersiz kalacağı, mükemmellik mertebesini de aşabilecek, teist/panteist bir bakışın hakimiyetinin hissedildiği anda pat diye Tanrıyı sorgulamaya kalkan bu filmi her ne kadar edebiyatın gücüne erişemese de Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'de yapmak istediğinin aşırı serbest bir uyarlaması olarak düşünmekte bile sakınca görmüyorum ve değerinin ilerleyen yıllarda daha da farkedileceğini umuyorum. Filmi Cannes'da izleyip yerden yere vuran bazı eleştirmen arkadaşlarımın Türkiye'de tekrar izlediklerinde daha olumlu yargılarda bulunmaları da bunun bir göstergesi aslında.
Önemli Not: Diğer sitelerdeki, mesela Ntvmsnbc'deki listeler 2011 yılında sadece Türkiye'de vizyona giren filmleri baz alarak yapılıyor. İlk başta ben de öyle yapmayı düşünmüştüm ancak çok da doğru olmadığına karar verdim ve bizde vizyon gören filmlerin yanı sıra vizyon göremeyenleri ve artık bundan sonra göremeyecekleri de kattım. Önümüzdeki aylarda vizyon görme olasılığı bulunan filmleri (Örneğin; The Artist) ise almadım. Eğer bu listeye girmeyi hakedip de izlemediğim için veya unuttuğumdan dolayı alamadığım varsa da affolsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder