13 Şubat 2020 Perşembe
Parazit'in Ödülüne Neden Şaşırmadım
8 Şubat 2020 Cumartesi
Bu Da Cesar Toto (Biraz Da Eğlenelim)
Bu pazarı pazartesiye bağlayan gece Oscar Ödülleri dağıtılacak, yani Amerikan sektör ödülleri... Takip edenleriniz bilir, geçtiğimiz günlerde de Cesar Adayları açıklanmıştı. Adaylara şöyle bir baktım da ne göreyim, iki ülkenin sektör ödülünün belli başlı dallarındaki adayları arasında izlemediğim film sayısı Cesar Adayları'nda daha az, yok denecek gibi... Hal böyle olunca da günlerdir pek çoğunun yaptığı Oscar Toto yerine ben de Cesar Toto yapayım dedim çünkü Oscar'ın En İyi Film Dalı'nda olup sinemalarımıza henüz uğramayan ne 1917'yi, ne Little Women'ı izlemiştim, Ford ve Ferrari'yi hiç merak etmemiştim, üstelik dahası da var, zaten beğendiğimi söyleyebileceğim film sayısı da çok az ama Cesar'larda öyle mi? Hem de hatırlarsanız Oscar Adayları açıklandığında kimilerinin neden, nasıl aday olmadı, olamaz böyle bir şey dediği filmlerden biri olan Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi'nin de epey bir adaylığı var burada. Yani bir Amerikan ödülüne bir Fransız filmi neden aday olamadı demek yerine pek çok dalda aday olması beklenen yerde kaç ödül alabileceğini tahmin etmek daha sağlıklı değil midir? Sonuçta bu ödüllerin biri Amerikan diğeri Fransız (ki pek çok ülkenin benzer ödülü var) sinema sektörünü canlandırmayı amaçlıyor ve bana kalırsa birinin diğerine üstünlüğü yok. Ama malum, sinemayla ilgili hemen herkes Oscar konuşuyor, çokluk Cesar'a ilişkin doğru dürüst bir bilgileri bile olmayabilir çünkü Fransa'da sinema hiçbir zaman Amerika'daki kadar 'ticari' odaklı bir uğraş, o çapta bir büyük sektöre dönüşmedi, sinemanın sanatsal yönüne eğilim hep daha güçlüydü. Yani bu bağlamda Fransız sineması kültür emperyalizminin bir parçasına dönüşemedi, kitlelerin ruhuna işlemedi... Sanırım benim farkında bile olmadan Cesar Adayları'ndan biraz daha çok filmi izlemiş olmamın altında bir Fransa-Fransız hayranlığı değil de iki ülke sinemasındaki bu paradigma farkı etkili oldu... Elbet bir çok Oscarsever bu listeyi garipseyecek hatta anlamsız bulacaktır. Sonuçta dünyanın pek çok diyarına benzer biçimde Türkiye gibi bir Amerikan mahallesinde salyangoz satmak olur mu?
En İyi Film:
Kim Alır: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi (Portrait de la Jeune Fille en Feu)
Kim Almalı: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
(Portrait de la Jeune Fille en Feu)
Kim Alabilir: Sefiller (Les Misèrables)
En İyi Yönetmen:
Kim Alır: Ladj Ly (Sefiller)
Kim Almalı: Ladj Ly (Sefiller)
Kim Alabilir: Celine Sciamma (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
En İyi Kadın Oyuncu:
Kim Alır: Adèle Haenel (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Almalı: Adèle Haenel (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Alabilir: Noèmie Merlant (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
En İyi Erkek Oyuncu:
Kim Alır: Damien Bonnard (Sefiller)
Kim Almalı: Melvil Poupaud (Yüzleşme)
Kim Alabilir: Daniel Auteuil (Yeni Baştan)-Roschdy Zem (Suç Mahalli)
Yabancı Dilde En İyi Film:
Kim Alır: Parazit (Gisaengchung)
Kim Almalı: Genç Ahmed (Le Jeune Ahmed)
Kim Alabilir: Acı ve Zafer (Dolor y Gloria)
En İyi İlk Film:
Kim Alır: Sefiller
Kim Almalı: Sefiller
Kim Alabilir: Atlantics
En İyi Orjinal Senaryo:
Kim Alır: Celine Sciamma (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Almalı: Celine Sciamma (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Kim Alabilir: Ladj Ly (Sefiller), François Ozon (Yüzleşme)
En İyi Uyarlama Senaryo:
Kim Alır: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
Kim Almalı: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
En İyi Animasyon:
Kim Alır: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
Kim Almalı: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
En İyi Görüntü Yönetimi:
Kim Alır: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Kim Almalı: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Kim Alabilir: Sefiller
En İyi Prodüksiyon Tasarımı:
Kim Alır: Thomas Grèzaud (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Almalı: Thomas Grèzaud (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
En İyi Kurgu:
Kim Alır: Sefiller
Kim Almalı: Sefiller
Kim Alabilir: Yeni Baştan
En İyi Orijinal Müzik:
Kim Alır: Fatima Al Qadiri (Atlantics)
Kim Almalı: Fatima Al Qadiri (Atlantics)
Kim Alabilir: Dan Levy (Bedenimi Kaybettim)
Not: Belli başlı dallardaki fikirlerimi paylaştığım bu listede Türkiye'deki sinemalarda henüz gösterilmemiş, Roman Polanski'nin J'accuse'ünün de bazı ödüller alabileceğini öngörsem de izlemediğim için listede yer vermedim.
En İyi Film:
Kim Alır: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi (Portrait de la Jeune Fille en Feu)
Kim Almalı: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
(Portrait de la Jeune Fille en Feu)
Kim Alabilir: Sefiller (Les Misèrables)
En İyi Yönetmen:
Kim Alır: Ladj Ly (Sefiller)
Kim Almalı: Ladj Ly (Sefiller)
Kim Alabilir: Celine Sciamma (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
En İyi Kadın Oyuncu:
Kim Alır: Adèle Haenel (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Almalı: Adèle Haenel (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Alabilir: Noèmie Merlant (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
En İyi Erkek Oyuncu:
Kim Alır: Damien Bonnard (Sefiller)
Kim Almalı: Melvil Poupaud (Yüzleşme)
Kim Alabilir: Daniel Auteuil (Yeni Baştan)-Roschdy Zem (Suç Mahalli)
Yabancı Dilde En İyi Film:
Kim Alır: Parazit (Gisaengchung)
Kim Almalı: Genç Ahmed (Le Jeune Ahmed)
Kim Alabilir: Acı ve Zafer (Dolor y Gloria)
En İyi İlk Film:
Kim Alır: Sefiller
Kim Almalı: Sefiller
Kim Alabilir: Atlantics
En İyi Orjinal Senaryo:
Kim Alır: Celine Sciamma (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Almalı: Celine Sciamma (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Kim Alabilir: Ladj Ly (Sefiller), François Ozon (Yüzleşme)
En İyi Uyarlama Senaryo:
Kim Alır: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
Kim Almalı: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
En İyi Animasyon:
Kim Alır: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
Kim Almalı: Bedenimi Kaybettim (J'ai Perdu Mon Corps)
En İyi Görüntü Yönetimi:
Kim Alır: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Kim Almalı: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi
Kim Alabilir: Sefiller
En İyi Prodüksiyon Tasarımı:
Kim Alır: Thomas Grèzaud (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
Kim Almalı: Thomas Grèzaud (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)
En İyi Kurgu:
Kim Alır: Sefiller
Kim Almalı: Sefiller
Kim Alabilir: Yeni Baştan
En İyi Orijinal Müzik:
Kim Alır: Fatima Al Qadiri (Atlantics)
Kim Almalı: Fatima Al Qadiri (Atlantics)
Kim Alabilir: Dan Levy (Bedenimi Kaybettim)
Not: Belli başlı dallardaki fikirlerimi paylaştığım bu listede Türkiye'deki sinemalarda henüz gösterilmemiş, Roman Polanski'nin J'accuse'ünün de bazı ödüller alabileceğini öngörsem de izlemediğim için listede yer vermedim.
30 Ocak 2020 Perşembe
Ne Çektin Be Çocuk !
Jerzy Kosinski'nin aynı adlı romanından uyarlanan Boyalı Kuş, 2. Dünya Savaşı yıllarında her ne kadar açıkça dile getirilmese de Polonya'da başlayan bir hikaye. Ailesinin onun daha güvende olacağını düşündükleri için terk ettikleri Yahudi bir çocuğun başına gelenleri anlatıyor... Romanını üniversiteye başladığım ilk haftalarda okuduğumda bu kadarı da olmaz, pes demiş sonra romanı büyük ölçüde unutuvermiştim ama birkaç sahne de aklımda kalmıştı doğrusu... Çek Yönetmen Vaclav Marhoul bir çok tarihi filmde olduğu gibi siyah beyazı kullanmayı tercih etmiş ve görsel olarak başarılı sayılabilecek bir filme imza atmış. Romanın bu ilk uyarlaması elden geldiğince romana sadık kalmaya çalıştığı için uzayan süresini çok fazla hissettirmeyecek bir akıcılıkta da ilerledi açıkçası ama o çocuğun başına gelenler gerçekten yenilir yutulur şeyler miydi? Ona bakan ilk kadının ölümüne şahit olup daha sonra bir köle olarak oradan oraya savrulan hayatında hemen her yerde şiddet görüyor, kimisinde tecavüze uğruyor, kimisinde farelerle dolu bir lağıma atılmaktan son anda kurtulurken tecavüzcüsünün lağıma düşmesini sağlıyor. Kimisinde gözleri oyulan bir adama sonra onun gözlerini oyanın intiharına şahit oluyor... Gerçekten insanın sabrını zorlayan ve bazen de abartılı sahneler bunlar, yazarının gördüğü biçimde resmedilen ama savaşın nasıl bir cehenneme yol açtığını göstermeye çalışan bir tarafı da olan. Ve üzerine düşünülesi bir kaç sahne de var, mesela yönetmen, bir kadının küçük çocuğa tecavüzünü gösterip bir erkeğin o çocuğa tecavüzünü göstermeyip ima ediyor ve dahası kadının bir hayvanla birlikte oluşunu gösteriyor. Düşünmek için yetmez mi? Peki çocuğun o hayvanın başını kesip kadına camdan fırlatması, bir erkekliğe geçiş ritüeli değilse nedir? Ve çocuk o sahneden sonra ilk kez insanlara da şiddet uygulamaya başlar hatta öldürür ama ilk denemeyi bir hayvan üzerinde gerçekleştirmiştir, pek çok katil gibi... O dönemki Avrupa'nın totaliter rejimlerini bir Yahudi çocuğun gözünden anlatan film 169 dakika gibi uzun bir süreye sahip olmasa ve bazı sert sahneleri törpülense kesinlikle Oscar'a aday olur, Parazit gibi özünde Amerikan karakteristiklere sahip bir filmin olmadığı Uluslararası Film Dalı'nda bu ödülü kucaklayabilirdi. Üstelik Venedik Film Festivali'nde yarışmış bir film Boyalı Kuş, ne hikmetse yıllardır çıkardıkları filmler bu kadar çok Oscar kazanan başka bir festival yokken... Sonuçta sinema açısından biraz kısır geçen son dönemde İstanbul Modern'deki gösteriminin hemen ardından Başka Çarşamba'ya konuk olan film 28 Şubat'ta vizyona girecek.
Yıldız: * * *
Yıldız: * * *
12 Ocak 2020 Pazar
Onat Kutlar Anmasındaydık
25 yıl önce 12 Ocak tarihinde günlerce verdiği yaşam mücadelesini kaybetmişti Onat Kutlar, kör bir şiddet eylemine kurban gitmişti. Ben ilk olarak henüz üniversite yıllarındayken İshak adlı öykü kitabıyla tanımıştım onu. Daha 23 yaşındaymış yazdığında. Cevat Çapan'ın anlattığına göre o dönem edebiyat çevrelerinde Sait Faik'le kıyaslayanlar dahi olmuş Kutlar'ın öykücülüğünü, daha sonra Fransa'ya giden ve orada sanat sinemasının kurumsal olarak yükselişine çıplak gözle tanık olan Kutlar oradan aldığı ilhamla 1965 yılında Sinematek Derneği'nin kuruluşuna da öncülük etmiş bir isim ve o noktadan sonra çoğunlukla film eleştirmeni ve insan hakları savunucusu olarak bilinen Kutlar'ın anmasında çeşitli demeçlerinin yer aldığı videolar, Cevat Çapan ve Adnan Özyalçıner'in Kutlar hakkında anlattıkları, Genco Erkal'ın, Kutlar'ın Bahar İsyancıdır kitabından okuduğu bir bölümün yanı sıra, Hülya Uçansu'nun Kutlar için günümüzde yazdığı bir mektuba şahit olduk, ki belki de anmanın en etkileyici bölümüydü. Bir de Çapan'ın Kutlar için söylediği o ne ürettiyse akıllı bir kalp ile üretti cümlesini değerli buldum. Gece, Kutlar'ın 1993 yılında hakkında olumlu bir eleştiri yazdığı İdil Biret'in piyano resitaliyle sona erdi. Uzun yıllar sonra Kutlar'ın anısına yeniden canlandırılan Sinematek Derneği'nin Kadıköy Belediyesi'yle ortaklaşa düzenlediği, Zeynep Oral ve Cem Davran'ın sunuculukları üstlendiği Süreyya Operası'nda gerçekleşen gecede küçük teknik aksaklıklar ve biraz metne bağlı kalınmasından kaynaklanan monotonluk da göze çarptı.
27 Aralık 2019 Cuma
2019'un En İyi Filmleri *
1-Les Fréres Sisters / Jacques Audiard
2-Portrait de la Jeune Fille en Feu / Celine Sciamma
3-Le Jeune Ahmed / Dardenne Kardeşler
4-Sorry, We Missed You / Ken Loach
5-Elisa y Marcela / Isabel Coixet
6-Peterloo / Mike Leigh
7-Mi Obra Maestra / Gaston Duprat
8-A Hidden Life / Terrence Malick
9-Gangbyeon Hotel / Hong Sang-soo
10-Der Goldene Handschuh / Fatih Akın
11-Les Misérables / Ladj Ly
12-In Fabric / Peter Strickland
13-Alpha: The Right to Kill / Brillante Mendoza
14-Rojo / Benjamin Naishtat
15-Dylda / Kantemir Balagov
16-Synonymes / Nadav Lapid
17-Om Det Oandliga / Roy Anderson
18-La Paranza Dei Bambini / Claudio Giovannesi
19-Gisaengchung / Bong Joon Ho
20-It Must Be Heaven / Elia Suleiman
* Listedeki filmler daha önceki yıllarda da olduğu gibi 2019 yılı içerisinde sadece sinema salonunda izlediğim 'güncel' filmlerden oluşmaktadır, yine aynı yıl içerisinde sinema salonunda izlediğim klasikleri hak verirsiniz ki listeme almadım.
7 Aralık 2019 Cumartesi
Celine Sciamma'dan Yalın Bir Aşk Filmi
Bence Celine Sciamma'nın filmi son yıllarda gördüğüm en yakıcı final sekanslarından birine sahip. Yönetmenin filmin son planında insan ruhunun derinliklerindeki o yüce duygunun, aşkın, nasıl bir şey olduğunu yansıtışından etkilenmemek zor.
Cannes'daki gösteriminden bu yana, tabii benim için seçkiye girdiğinden bu yana da demek mümkün, yılın en merak ettiğim filmiydi Celine Sciamma'nın Portrait de la Jeune Fille en Feu'sü (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi). Nedeni Cannes ödül töreninin hemen öncesinde yazdığım yazıda vardı: Kadınların romantik dönem filmleri konusundaki hünerleri. Mesela Jane Campion, Nicole Garcia ya da Isabel Coixet'inin filmlerinde az mı yüreğimiz dağlanmıştı? Ama Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, Filmekimi sonrasında öyle bir övüldü ki, ister istemez beklentimi biraz düşürmek durumunda kaldım... Hep söylemişimdir aşırı övgünün olduğu yerde filmler ortalama beğeniye yaklaşacak karakteristiklere sahip olduğunun işaretlerini verir. Bunun belki istisnaları vardır ama ezici çoğunlukla dediğim gibi olur... Açıkçası filmi izlerken de işte iyi ki beklentimi biraz düşürmüşüm dedim, bu film aşka bakışımızı darmaduman edecek kadar derinliğine sahip mi pek sanmıyorum açıkçası, çok da entelektüel çaba isteyen sahneleri yok, elbet ağırbaşlı yine de izlemesi kolay mı kolay bir film ve bir şerh düşeyim, diyaloglarına biraz daha dikkat kesilmek gereken bir tarafı da var... Şimdi hemen bunlar mı problem demeyin. Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi'nin biçimiyle ya da içeriğiyle sinemaya çok da yeni bir şey kattığını düşünmüyorum, yani o abartılı övgüleri mecburen bir kenara bırakalım ama sonra bu söylediklerimi de bir kenara bırakalım çünkü film son derece yalın anlatımının ardında kırık bir aşk hikayesi anlatıyor ve ben aşkı anlatan iyi niyetli her filmin değerli olduğu kanısındayım ve bunu sinema sanatının sunduğu imkanları oldukça iyi kullanarak yapıyor. Üstelik aşıkların ikisinin de hiçbir suçu olmayan, tam zaman ya da mekan yanlıştı, biz ne yapalım filmi bu, ah etmenin mümkün olmadığı türden... 1700'lü yıllarda geçen hikaye, bizim bugünkü toplumumuzdan bile daha geri kalmış bazı özelliklere sahip. Bir genç kadının hiç tanımadığı bir adamla evliliğe zorlandığı dönemin Fransa'sında adam bu kızla evlenmek için onun yağlı boya bir portresini görmeyi şart koşar. Bugünkü gibi whatsapp ya da instagram ne arasın! Ve bunun için ressamlar çağrılır, ama kızımız poz vermez çünkü böylesi bir evliliğe haklı olarak isteksizdir. Ta ki ressamların sonuncusu gelene kadar, ona karşı da ilk başta isteksiz olacağı düşünülür ya, neyse ki yavaş yavaş alevlenmeye başlayan aşkın etkisiyle bir süre sonra portresini çizmesine izin verir. İlk başta ressam gizli gizli gözlemlediklerini tuvale aktarmaya çalışmış, pek de başarılı olamamıştır. Aşkın alevlenen ateşine koşut olarak tamamlanan ikinci tablo bir yanda adeta çiftin aşklarının dışavurumu gibidir, diğer yandansa kaçınılmaz bir ayrılığın habercisi... Filmin öncelikle aşkla sanat arasında paralellik kuran bir savunusu var, ayrıca dönemi yansıtışı ve aşkın nasıl da güçlü bir duygu olduğunu ve bazen aşık olunacak kişinin cinsiyetinin beklenilenden farklı olabileceğini, başroldeki ikilinin (Adele Haenel ve Noemie Merlant) başarılı yorumunun ardında büyük özenle yazılmış bir senaryo ve harikulade görüntü yönetimi eşliğinde aktarıyor. Kuşkusuz filmdeki kadrajların çoğu, ünlü bir ressamın tablolarından çıkmış izlenimi veriyor. Bunun sinemanın resim sanatıyla ilişkisini ön plana çıkardığını da düşünebiliriz, hem biçim içerik uyumu açısından da resim sanatına bir övgü taşımış olur. Filmin yalın görünümünün ardındaki zarafet diyelim biz ona ya da filmi izledikten sonra geçen sürede bir miktar daha derinleşiyor hissi, bu açıdan biraz Michael Haneke'nin Amour'u da öyle değil miydi dedirtiyor sanki. Biraz zaman geçtikçe biraz üzerine düşündükçe içimizde büyüyüp başyapıt bölgesine girebilecek, her anlamda tam bir kadın filmi.
Ve her şeyin ötesinde Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, günümüzde içi epeyce boşaltılan aşkın iç ateşinin yüze nasıl vurduğu ve bazen bir müzik parçasının (Vivaldi'nin Dört Mevsimi'nden Yaz) bile o ateşi nasıl alevlendirebildiğiyle neticelenen muhteşem final sekansıyla bence daha da büyük bir filme dönüşüyor... Ki filmin ilk yarısında bunun işaretini verdiği bir piyano sahnesi var, bu ve bunun gibi detaylar filmin neden senaryosuyla bu kadar ön plana çıktığını aktarıyor bize.
Yıldız: * * * *
Cannes'daki gösteriminden bu yana, tabii benim için seçkiye girdiğinden bu yana da demek mümkün, yılın en merak ettiğim filmiydi Celine Sciamma'nın Portrait de la Jeune Fille en Feu'sü (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi). Nedeni Cannes ödül töreninin hemen öncesinde yazdığım yazıda vardı: Kadınların romantik dönem filmleri konusundaki hünerleri. Mesela Jane Campion, Nicole Garcia ya da Isabel Coixet'inin filmlerinde az mı yüreğimiz dağlanmıştı? Ama Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, Filmekimi sonrasında öyle bir övüldü ki, ister istemez beklentimi biraz düşürmek durumunda kaldım... Hep söylemişimdir aşırı övgünün olduğu yerde filmler ortalama beğeniye yaklaşacak karakteristiklere sahip olduğunun işaretlerini verir. Bunun belki istisnaları vardır ama ezici çoğunlukla dediğim gibi olur... Açıkçası filmi izlerken de işte iyi ki beklentimi biraz düşürmüşüm dedim, bu film aşka bakışımızı darmaduman edecek kadar derinliğine sahip mi pek sanmıyorum açıkçası, çok da entelektüel çaba isteyen sahneleri yok, elbet ağırbaşlı yine de izlemesi kolay mı kolay bir film ve bir şerh düşeyim, diyaloglarına biraz daha dikkat kesilmek gereken bir tarafı da var... Şimdi hemen bunlar mı problem demeyin. Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi'nin biçimiyle ya da içeriğiyle sinemaya çok da yeni bir şey kattığını düşünmüyorum, yani o abartılı övgüleri mecburen bir kenara bırakalım ama sonra bu söylediklerimi de bir kenara bırakalım çünkü film son derece yalın anlatımının ardında kırık bir aşk hikayesi anlatıyor ve ben aşkı anlatan iyi niyetli her filmin değerli olduğu kanısındayım ve bunu sinema sanatının sunduğu imkanları oldukça iyi kullanarak yapıyor. Üstelik aşıkların ikisinin de hiçbir suçu olmayan, tam zaman ya da mekan yanlıştı, biz ne yapalım filmi bu, ah etmenin mümkün olmadığı türden... 1700'lü yıllarda geçen hikaye, bizim bugünkü toplumumuzdan bile daha geri kalmış bazı özelliklere sahip. Bir genç kadının hiç tanımadığı bir adamla evliliğe zorlandığı dönemin Fransa'sında adam bu kızla evlenmek için onun yağlı boya bir portresini görmeyi şart koşar. Bugünkü gibi whatsapp ya da instagram ne arasın! Ve bunun için ressamlar çağrılır, ama kızımız poz vermez çünkü böylesi bir evliliğe haklı olarak isteksizdir. Ta ki ressamların sonuncusu gelene kadar, ona karşı da ilk başta isteksiz olacağı düşünülür ya, neyse ki yavaş yavaş alevlenmeye başlayan aşkın etkisiyle bir süre sonra portresini çizmesine izin verir. İlk başta ressam gizli gizli gözlemlediklerini tuvale aktarmaya çalışmış, pek de başarılı olamamıştır. Aşkın alevlenen ateşine koşut olarak tamamlanan ikinci tablo bir yanda adeta çiftin aşklarının dışavurumu gibidir, diğer yandansa kaçınılmaz bir ayrılığın habercisi... Filmin öncelikle aşkla sanat arasında paralellik kuran bir savunusu var, ayrıca dönemi yansıtışı ve aşkın nasıl da güçlü bir duygu olduğunu ve bazen aşık olunacak kişinin cinsiyetinin beklenilenden farklı olabileceğini, başroldeki ikilinin (Adele Haenel ve Noemie Merlant) başarılı yorumunun ardında büyük özenle yazılmış bir senaryo ve harikulade görüntü yönetimi eşliğinde aktarıyor. Kuşkusuz filmdeki kadrajların çoğu, ünlü bir ressamın tablolarından çıkmış izlenimi veriyor. Bunun sinemanın resim sanatıyla ilişkisini ön plana çıkardığını da düşünebiliriz, hem biçim içerik uyumu açısından da resim sanatına bir övgü taşımış olur. Filmin yalın görünümünün ardındaki zarafet diyelim biz ona ya da filmi izledikten sonra geçen sürede bir miktar daha derinleşiyor hissi, bu açıdan biraz Michael Haneke'nin Amour'u da öyle değil miydi dedirtiyor sanki. Biraz zaman geçtikçe biraz üzerine düşündükçe içimizde büyüyüp başyapıt bölgesine girebilecek, her anlamda tam bir kadın filmi.
Ve her şeyin ötesinde Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, günümüzde içi epeyce boşaltılan aşkın iç ateşinin yüze nasıl vurduğu ve bazen bir müzik parçasının (Vivaldi'nin Dört Mevsimi'nden Yaz) bile o ateşi nasıl alevlendirebildiğiyle neticelenen muhteşem final sekansıyla bence daha da büyük bir filme dönüşüyor... Ki filmin ilk yarısında bunun işaretini verdiği bir piyano sahnesi var, bu ve bunun gibi detaylar filmin neden senaryosuyla bu kadar ön plana çıktığını aktarıyor bize.
Yıldız: * * * *
7 Kasım 2019 Perşembe
Parazit: Pragmatizmin Dehlizlerinde Kaybolmak
Yıldız: * * *
21 Ekim 2019 Pazartesi
Almodovar'ın Son Filmi
Pedro Almodovar son filmi Dolor y Gloria (Acı ve Ün) Elia Suleiman'ın It Must Be Heaven ile düştüğü açmazın farklı bir versiyonu aslında. Orada açık biçimde dış etkenlerden ötürü istediği filmi bir türlü çekemeyen yönetmenin yerini bu kez, film çekme tutkusu körelmiş ve çeşitli hastalıklardan muzdarip bir yönetmen almış. Ne kadar da tanıdık, beylik bir anlatı ama... Elbet sinema tarihinde de sanatçılar yolun sonuna geldiklerini sezerler ve bazen vedaları böyle olur ya da dönemsel bir durum da olabilir bu. Yani nasıl bir film çekeceklerini bilemezler en sonunda film çekememe halinin kendisi film olur çıkar, yaratıcılıklarının tükendiğinin dışavurumu ya da kimilerinin dediği gibi post-modernizm... Gerçi yönetmen sadece film çekememe halini anlatmıyor. Bugünkü hayatından, başta çocukluk anılarından sonra aşklarından, dargın bir oyuncusuyla ilişkisinden bir toplam sunuyor bize. Antonio Banderas'ın başarılı yorumunun yanı sıra dingin ve ılık bir anlatımdan güç alan filmde ne can alıcı, özgün bir detay yakalanabilmiş ne de yeterince dramatik etki yaratacak bir öykü tasarlanabilmiş. Oldukça tekdüze bir film Dolor y Gloria. Üstelik bize önemli ne söylüyor olabilir: Yaratıcılığın ve cinselliğin çocukluktan kök alan bir arzu olduğunu mu? Yönetmenin çekimlerine başladığı İlk Arzu adlı filmde olduğu gibi mi? En fazla bu olabilir herhalde. Yine de filmin belki de tek etkileyici sahnesi finalde, izlediğimiz çocukluk anılarının, İlk Arzu adlı filmden ibaret olduğunu gördüğümüz şu sahne işte, gerçekle kurmacanın silikleştiği, izlediğimiz bütünün ne kadarı yönetmenin hayatı ne kadarı değil sorusunun belirsizleştiği sahne.
Yıldız: * * *
Yıldız: * * *
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)