25 Mayıs 2024 Cumartesi

Kalplerin Sesi Mohammad Rasoulof'tan Yana

Rasoulof'un olası zaferinin hikayesi kimilerince kaçınılmaz biçimde Yılmaz Güney'in 1982'deki zaferine benzetilecektir.
MeToo protestolarının etkinliği sekteye uğratabilecek kadar yoğun olabileceği düşünülen 77. Cannes Film Festivali'nde beklenen gerçekleşmedi ama Altın Palmiye'yi feministlerin de desteğini rahatlıkla alacak, bir anlamda yarı kurmaca olarak tabir edilen Kutsal İncir Tohumu'nun yönetmeni Mohammed Rasoulof'un kazanması kimseyi şaşırtmayacak. Özgün ve doyurucu bir politik sinema yapıtı olarak alkışlanan Kutsal İncir Tohumu'nun yönetmeni Rasoulof'un 8 yıl hapis cezası almış olması kuşkusuz ki bu ödülü daha anlamlı kılıyor. Yönetmenin İran'dan sınırı yürüyerek kaçtığı büyük olasılıkla Türkiye'den Almanya'ya geçip filmin kurgusunu gerçekleştirdiği söylentiler arasında. Yönetmenin şu an Cannes'da olması ödülü kazanması halinde kendi elleriyle alması anlamına da gelecek. Örneğin geçmişte Jafar Panahi'nin senaryo ödülünü almaya gelemediğini biliyoruz... Filme dair yapılan bir yorumda filmin tıpkı İran sinemasının diğer büyük yönetmenleri Farhadi ya da Kiarostami gibi bir senaryo cambazının işi olduğu yazılmış. Ben de Rasoulof'un Şeytan Yoktur filmini izledikten sonra şöyle bir cümle kurmuştum: "Her öykü dramatik gelişim çizgisiyle, yarattığı merak duygusu, barındırdığı sürprizleri, iç tutarlığı (ve tabii ki dış tutarlığı) ve etkileyici anlarıyla önemli bir bütünlük oluşturuyor, hem anlatımı hem de anlattıklarının son derece önemli bir meseleye dokunması sebebiyle."

Ödüller için adı geçen diğer bazı yönetmenler ise Jacques Audiard, Miguel Gomes, Sean Baker, Payal Kapadia, Coralie Fargeat ve Jia Zhangke. 

Temennim sorulursa Rasoulof ile birlikte çok beğendiğim bir yönetmen olan Audiard'ın da bu akşam eli boş gitmemesini dilerim elbette. Ama yıllarca öngörülmesi zor, tartışmalı kararlar verdikten sonra en sonunda geçen yılki jüri Alexander Baumgarten'ın birkaç yüzyıl önce söylediği o meşhur ifadeyle estetiğin aslında mantığın kız kardeşi olduğunu hatırlamıştı. Bu kez içlerinde Ebru Ceylan'ın olduğu jüri de bu sese kulak verir mi akşama göreceğiz.

1 Mayıs 2024 Çarşamba

43. İstanbul Film Festivali'nden Notlar...

2021'de tarihe geçecek yoğunluktaki Cannes Film Festivali'nden sonra dünya sineması hala toparlanabilmiş değil. İstanbul Film Festivali ise dünya sinemasındaki genel zayıflığın kaçınılmaz bir yansıması olarak 2019'daki zirvesinden hayli uzakta. İzlediğim filmlere baktığımda 3 Fransa, 2 Macaristan, 1 İspanya, 1 ABD, 1 Pakistan, 1 Meksika, 1 Romanya, 1 Güney Kore, 1 Türkiye, 1 İran, 1 Benin, 1 Grönland filmi izledim. Örneğin Grönland'ta (İngilizcesi Greenland) ve kısmen Danimarka'da geçen filmin yönetmeni İsveçli, Benin filminin yönetmeni de Fransa doğumlu, film bir ortak yapım. Ayrıca Türk ve Meksika filmleri eskilerdendi, güncel değildi yani. Şimdi böyle bakınca aslında ne kadar renkli gözüküyor değil mi? Bu filmler içerisinde hiç şüphe yok ki en iyisi Maryam Moghaddam, Bentash Sanaeeha ikilisinin gerçekleştirdiği bir İran filmi olan En Sevdiğim Pastam, 70 yaşında uzun süredir yalnız yaşayan bir kadının bir taksi şoförüyle karşılaşıp onu evine davet ettiği bir geceyi anlatıyor, ikinci yarısı evin içinde geçen film hem ilginç bir öykü yakalamış olmakla kalmıyor, bu öyküyü son derece dengeli ve ustalıklı biçimde aktarıyor ve film gerçekçi bir güldürü olarak akarken finale doğru önemli bir ton değişikliğine gidiyor, şaşırtıyor, adeta bir gerilim filmine dönüşüyor, bu önemli. Geçtiğimiz Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı'yı alamaması sürpriz olmuş. Yine festivalde dikkatimi çeken diğer bir örnek Grönland filmi Kalak oldu, talihsiz bir çocukluk geçiren karakterin yetişkinliğine odaklanan film de sinemanın araçlarına önemli ölçüde hakimiyetiyle dikkat çekiyordu. Carlos Reygadas'ın bir tür klasikleşmiş filmi Cennette Savaş da elbette festivalin en önemli filmlerinden biriydi. Arzu ve aile kavramını izleyiciyi zaman zaman yoracak denli ağırbaşlı işleyen en az bir kez daha izlenmesi gereken bir yapım. Kuşku yok ki Reygadas yakın dönem Meksikası'nda birkaç filminde yakaladığı ortak izlerle o sinemanın en dikkat çekici auteurü. Radu Jude'un Dünyanın Sonundan Bir Şey Beklemeyin adlı yapımı ise günümüzde iş yaşamındaki bir kadın ile geçmişteki bir kadının (sanıyorum bir kolaj) hikayesi arasında koşutluklar kurmasıyla dikkat çekti. Filmin son çeyreği ise aynı planda bir filmin çekilmesinin zorluklarını uzun uzun işleyen özgün bir deneme olsa da, bence fazlasıyla dağınıklığıyla hatırlanacak bir film. Victor Erice'in uzun yıllar sonra çektiği Kapa Gözlerini ise internete de uzun süre önce düşmesinden ötürü çok bahsi geçen filmdi. Akıcı, düzeyli bir ana akım filmin özelliklerini taşımaktan ötesi değil kanımca. Bu örnekler dışında Berlin'de Altın Ayı alan Mati Diop'un Dahomey'i ise sömürgeciliği, tarihi eserler üzerinden anlatan bir belgesel. Filmin intak sanatına başvurması ilgiyi arttırmış olabilir. Yine festivalde izlediğim 2 Macar rapsodisi de zor ama dikkate değer filmlerdi. İldiko Enyedi'nin Benim 20.Yüzyılım Batı'daki gelişmelerle Macaristan tarihi arasında koşutluk kurarken, Sinbad daha bireysel ama son derece şiirsel bir örnekti. Yine Hong Song-soo'nun Bir Gezginin İhtiyaçları yönetmenin iyi filmleri arasında sayılmasa da insan ilişkileri arasındaki hoş detayları yakalamasıyla öne çıktı.