15 Mart 2019 Cuma

Gir Kanıma, Sinemadan Sonra Tiyatroda

Yıllar önce izlediğim ve oldukça beğendiğim, ayrıca 2000 sonrası en sevdiğim 25 film listeme de aldığım bir filmdi Lat Den Ratte Komma In, bizdeki adıyla Gir Kanıma. Dot Tiyatro tarafından Zorlu PSM'de sergilenen oyun bir romanın iki ayrı filmden sonra tiyatroya uyarlanmış hali, benim beğendiğim İsveç yapımı ilk filmin yarattığı etki sonrası çeşitli ülkelerde sahnelen oyun Türkiye'de ilk kez Bırak İçeri Gireyim adıyla sahneliyor. İlk başta romanın yazarı John Ajvide Lindqvis'in yazdığı metinden sahnelen oyun 2013 yılında Jack Thorne tarafından yeniden yorumlanmış. Bizdeki de bu İskoç yorumuna dayanıyor. Malum, tiyatro yönetmeninden çok yazarının sanatı olarak bilinir ve bu bilgi önemlidir. Oyunun yönetmeniyse Murat Daltaban, Thomas Alfredson'un gerçekleştirdiği ilk filmi izlemiş ama filmin daha sonra Hollywood'taki yeniden çevrimini bilerek izlememiş ve sinemaya kıyasla tiyatroda izleyiciye aktarılması daha zor olan bir takım duyguları önemli ölçüde aktarmayı başarmış. Öyle ki zamanın su gibi akıp geçtiği oyun bittiğinde kısa sürdüğünü düşünüp küçük bir şaşkınlık yaşadım. Oyuncuların (özellikle Begüm Akkaya'nın ve sonra Atakan Akarsu'nun) fiziklerini oldukça zorlayıp bazı sahnelerde hayretler içinde bıraktığı, tam anlamıyla bir performans sergilediği oyunun hem canlı hem kayıttan müzikleri, ve yine oyuncuların omzundaki yükü arttıran 'mobil sahne' olarak adlandırılabilecek tasarımı da ilgi çekici. Son dönemlerde, örneğin Moda Sahnesi'nde izlediğim Kürklü Venüs gibi edebiyat-sinema-tiyatro üçgeninde seyreden farklı eserler görmek aynı metnin birbirinden farklı anlatım araçlarına sahip sanatlarda nasıl karşılık bulduğunu görmek adına da değerli. Bırak İçeri Gireyim, iki çocuğun yakınlaşmasının ötesinde mikro iktidar ve öteki olgusunu irdeleyen farklı açılımlara sahip derinlikli bir metin. Beylik vampir hikayelerinin ötesinde kan emiciliğin çeşitli tonları olabileceği ve sevginin sınırları aşabileceğini yarı duygusal yarı gerilimle karışık bir üslupla aktarıyor. Oyun, 27 Mart, 10, 17 ve 24 Nisan'da Zorlu PSM'de izleyiciyle buluşmaya devam edecek.

Ve bir tavsiye, imkanınız varsa biraz fazla para verip biletinizi 1.kategoriden alın (sahneyi görüş açısına göre toplam 3 kategori var) çünkü oyuncuların mimikleri gibi bazı unsurları yakından görmek seyir zevkini daha da arttıracaktır.

10 Mart 2019 Pazar

Agnés Varda Büyük Bir Yaratıcı

İstanbul'da Agnés Varda'nın çok sayıda filmi 30 Mart'a kadar beyazperdede olacak. Varda'nın Türkiye'de ilk kez bu kadar çok (30'un üzerinde) filminin gösterildiği "Agnés Varda Hakkında Her Şey" adlı etkinlikte Kadıköy Sinematek'in gerçekleştirdiği gösterimler dün (9 Mart) Caddebostan Kültür Merkezi'nde (CKM-Budak) ilk kez sinemaseverlerle buluştu. CKM ayağında gösterilen ilk film 1965 yapımı Le Bonheur'dü (Mutluluk). Yenilenmiş kopyasıyla yakın dönem filmlerini anımsatan, yönetmenin Fransa bayrağının renkleriyle kadın hareketinin morunu da aralara serpiştiği aynı zamanda müzikleri ve sanki romantik akımın bazı ressamlarının elinden çıkmış kadrajlarıyla da seyri gayet haz veren bir deneyim yaşattı. Sıradan bir ailenin yaşamına tanık olurken bir süre sonra yönetmen, toplumsal cinsiyet rollerini de alttan alta işlemeyi ihmal etmiyor. Örneğin evin babası (François) inşa ettiği avcı kulübesine oğlunun girmesine müsaade ederken kızına aynı tavrı göstermiyor ya da başkalarının çocuklarından bahsederken onun şu kadar oğlu şu kadar kızı var derken, kendi çocuklarından birinin kız olduğunu söyleme ihtiyacı duymuyor. Bunun gibi çeşitli ayrıntı diyalogların bütünün içine yedirildiği film François'nın başka bir kadına aşık olmasıyla farklı bir seyir izliyor. Burada benim dikkatimi çeken hususlar François'nın aşık olduğu kadına karşı dürüstlüğü ve yine belli bir aşamadan sonra kendi karısına karşı da aynı dürüstlüğü sergilemesi... Yine bir yüce gönüllülük örneği. Mutluluk paylaştıkça çoğalır diyor François. Bir kalbe iki kadın niye sığamasın ki? Biz de soruyoruz, gerçekten böyle bir şey olabilir mi? Değer yargılarımızı masaya yatırıyor, belki ilk başta François'nın sevgilisi Emilie'ye kızıyoruz. Neden bile bile evli bir adamla birlikte oluyor ama o özgür bir kadın ve duygularının peşinden gidiyor, evli olan için bu sorun değilse onun için neden olsun ki? François'nın eşi Therese de eşini başka biriyle paylaştığı için önce tedirgin olsa da François'nın mutluluğu için karşı çıkmıyor, daha da büyük bir yüce gönüllülük bu ve bu noktada adeta tanrısal bir el devreye giriyor (Varda'nın eli) ve Therese'yi bu dünyadan çekip çıkarıyor. Aile François'nın yeni eşi Emilie'yle birlikte adeta kaldığı yerde yaşamaya devam ediyor.... Varda hiç kuşkusuz kadını, kadının yüreğindeki şefkati,merhameti yüceltiyor, ki Varda'nın kadınlarına saygı duymamak mümkün değil ve önemlisi bunu yaparken toplumsal rolleri içselleştirmiş erkeği de yargılamıyor, suçlamıyor Varda, ve onu da alabildiğine samimi ve duygulu olarak resmediyor. Hiçbir kötünün olmadığı bu filmde yine de kadınlar ikinci plana itilmekten kurtulamıyorlar. Üzerlerine adeta tarihin taşıdığı bir onulmaz yarayı yükleniyorlar. Şayet erkeğin birden çok kadınla beraber olabildiği bir dünyaysa bu, kadın böyle bir ayrıcalığa neden sahip olamasın ki? Başrollerini Jean-Claude Drouot, Marie France Boyer ve Claire Drouot'nun paylaştığı film ince bir duyarlığın ürünü, o Avrupa'nın büyük yönetmenlerinde görebildiğimiz. Varda da kuşkusuz o büyükler arasında.

Yıldız: * * * *

1 Mart 2019 Cuma

Organize İşler Halkın Filmidir

Sinemayla sanat olarak ilgilenen bu blogta gişe filmlerine dair pek bir şey bulamazsınız. Ama bazen pek çokları gibi o gişe filminin kendisine dair değil de gişesinin sosyo-ekonomisine dair bir şeyler yazmak gerekebiliyor. Sinema sanat olduğu kadar ticaret sonuçta.

Yazının başlığını şöyle devam ettirmek yerinde olur sanıyorum: Ve arkasında halkın olduğu hiçbir film kaybetmez. Beni bu yazıyı yazmaya iten güdü birkaç yıldır takip ettiğim bir eğilimin tekrar hortlamasıydı. O eğilim bizim ülke eleştirmenlerindeki yerli pespaye komedilere olan alerji aslında. Hollywood'un türlü pespayeliklerinden rahatsız olmayıp yıllardır Türk(iye) sinemasının Hollywood filmlerinden daha çok gişe yapmasına içerliyorlar. Recep İvedik ve türevleri olarak da anılabilecek filmleri kastediyorum. Şu stand-up kökenli yönetmenlerin filmlerini işte. Eleştirmenlerin yerli olanı sevmeyip Amerikan olanı yüceltmelerini geçtim ama bu yerli filmlerin çok izlenmesine ilişkin öyle çıkarımlar yapıyorlar ki asıl mesele orada işte. Şubat'ın başında gösterime giren Yılmaz Erdoğan'ın Organize İşler: Sazan Sarmalı filminin 1400 salonda gösterilmesiyle bu tartışmalar alevlendi. İddia şu: Antrakt Sinema Gazetesi'nin verisine göre Türkiye'deki 2789 perdenin 1400'ünde Organize İşler gösterildiği için izleyiciye başka filmleri izleme şansı verilmiyormuş. Alla allah dedim önce, nasıl başka filmleri izleme şansı verilmezmiş, diğer salonlarda ne gösteriliyormuş ki, orada da Organize İşler 1 mi acaba diye söylendim, şakayla elbet. Hemen büyük zincir sinemalara göz attım. İlk olarak sanıyorum ki Organize İşler'e en fazla salonu ayıran Mars Grup'un Cinemaximum'larına. İlk hafta Levent Kanyon'da Organize İşler dışında diğer 6 salonda farklı filmler oynuyordu, ki baktığım listede CGV Arthouse Salonu'nu koymamışlardı. O tek salonda da gün içinde dönüşümlü olarak 3 ya da 4 filmin oynadığını düşünürsek farklı film sayısı iyice artıyordu. Zaten Antrakt'ın verisini Box Office'inkiyle karşılaştırınca ülkedeki perde sayısının 2789 yerine 3600 civarı çıkmasının nedeni de oydu. Bazı filmler gün içinde aynı salonu paylaşsa da o salonu tek seans bile olsa işgal ediyordu ve izleyicilere kısıtlı da olsa ekstra bir seçenek sunuyordu. Sonra Zorlu Center'da Organize İşler dışında gösterilen film sayısının 5 olduğunu farkettim. Ayrıca Cinemaximum dışındaki bazı salonlarda örneğin Capitol AVM'nin Cinens'inde 10, Torun Center'ın Cinetech'inde bu sayı 12'ydi. Diğer bakabildiğim birkaç kentte de sayılar benzerdi. Elbet Organize İşler dışında belki sadece bir ya da iki filmin gösterildiği ya da gösterilmediği birkaç yer de olabilir, bilemiyorum, ancak mevcut bilet satışının %89'unun AVM sinemalarında gerçekleştiği ülkemizde genel vaziyet yukarıdaki gibiydi ve AVM sinemalarının, şu havalı deyişle cinepleks ya da megaplekslerin çok fazla salona sahip oldukları için seyircilerin birçok filmi seçme şansı vardı ve hep olmuştu zaten, AVM sinemalarının eski semt sinemalarından farkı buydu... Neyse Recep İvedik 6 yoldayken ve Recep İvedik 5 döneminde de bu tartışmaları çok yaşamışken, Organize İşler'in gişedeki seyrini yakından takip etmek istedim. Gerçekten bazı eleştirmenlerin dediği gibi bu film seyircilere dayatılıyor olabilir miydi? Bu konuda çıkarımda bulunmak için toplam satılan bilet adedinden öte bir veri var elimizde, o da bir filmin salon ortalaması. O hafta ya da hafta sonu, ortalama olarak bir salonda o filmi kaç kişi izlemiş, doğrudan filme talebin gücünü açığa çıkaran, daha sonraki haftalarda salon sayısının ne kadar düşürüleceği ya da düşürülmeyeceği gibi, yerine göre Recep İvedik 5 filminde de görüldüğü üzere (filmin 2.haftasında) salon sayısının artırılabileceğinin işaretidir bu. Orada ilk hafta sonu Organize İşler'in salon ortalaması 660'tı. İlk bakışta Recep İvedik serisi başta olmak üzere birkaç tane daha gişe şampiyonunun ortalamasının altındaydı bu sayı. Ancak aynı anda gösterimde olan diğer filmlerle kıyaslayınca Organize İşler'in ne kadar yüksek bir ortalama tutturmuş olduğunu gördük. En yakın rakibi Ejderhanı Nasıl Eğitirsin'in bile salon ortalaması 399'da kalıyordu. Bunların halkın alım gücünün belirgin olarak düştüğü, temel ihtiyaçlarını karşılamak konusunda orta-alt sınıfın eskisinden daha çok zorlandığı bir dönemde yaşandığının da altını çizelim. Kimselerin silah zoruyla evinin konforunu bırakıp sinemanın yolunu tutmadığını da ekleyelim. Aynı şekilde AVM'de gezerken ille de bir filme girmeden gitmeyeyim demediklerini de... Gerçi öyle deseler ne gam, yukarıda açıkladık, film seçenekleri gayet geniş. Bu arada ilginç bir gelişme de yaşandı tabii, film 2.haftasının sonunda Netflix'te gösterilmeye başlandı, dolayısıyla korsana da düştü ve filme giden pek çok kişinin param boşa gitti isyanına özellikle sosyal medya aracılığıyla şahit olduk ve bazı eleştirmenler şu yorumu yaptı: Film gişede artık çakılacak. Gerçi yapacağı gişeyi yaptı ama bundan sonra evde bedava izleme şansı varken kimselerin filmi izlemeyeceğini düşündüler. Bir Cuma günü Netflix'e düşen filmin o hafta sonu kayda değer bir gişe kaybı yaşamaması da yeterince insanın henüz haberdar olmamasına yoruldu. Ama gel gelelim film Netflix'e düştükten sonra tam tamına 2 hafta geçti ve hala kayda değer bir gişe kaybından söz etmek zor. Zaten esas yoğunluğu ilk haftalar yaşayan filmlerin kaybıydı gördüğümüz, belki bir miktar daha fazlası. Geçtiğimiz Pazartesi gelen hafta sonu verilerinde salon başına 242 seyirci ortalamasıyla 41 film içinde 3.'ydü. Bu Cuma akşamı gelen son verilerde ise 358 seyirci ortalaması tutturmuş. Salon sayısı da artık 1400'lerden 641'e düşmüş filmin 4.haftanın sonunda geçen haftaya göre toplam seyirci kaybı %54 olmuş. Son haftalarda vizyona giren pek çok gişe filminde bu oran %60'ı geçiyor ve Organize İşler'i 2 haftadır insanların evlerinden bedavaya izleme şansları olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Elbette dağıtım ve gösterim ağı dört dörtlük değil ve filmlerin estetik değerlerini baz aldığımızda çok daha adil olabilir, ya da olsa ne güzel olur ama ticaretin dinamiklerinden baktığınızda salonlara en çok seyirciyi çekebilecek filmlere en çok salonun verilmesinde yanlış bir şey yok. Zaten talep az olsa ister istemez salonlar da bu filmlere daha az yer verecekler, eli mahkum. Hemen ilk Recep İvedik filmini hatırlayalım. Serinin son filmi 1400 salonda gösterime girdi ama 2008 yılında serinin ilki kaç salonda gösterime girmişti dersiniz? 230, evet yanlış okumadınız sadece 230 salonda gösterime girmişti ama o Recep İvedik ilk hafta sonu salon başına 3441 ortalama yakalayarak, 1989 sonrası tutulmaya başlanan verilerde bir rekora imza atmıştı. Neredeyse ülkenin hiçbir yerinde hiçbir seansta boş koltuk yoktu. Sinema işletmecilerinin de öngörüsünü aşmıştı, zaten o dönem böyle bir öngörüde bulunabilmelerini sağlayacak bir veri de yoktu ve filmin ondan sonraki serilerinde elbette çok çok daha fazla salon işgal edilmeye başlandı. Ve inanır mısınız Organize İşler'in 1400 salonda gösterilmesini eleştirenler (sanki sinema işletmeciliği kâr üzerine kurulu değilmişçesine) Recep İvedik serisi için de sürekli benzer filmler yapıp halkın beğenisini aşağı çekiyorlar diye veryansın ediyor. Sanki o benzer filmlerin sürekli çekilmesine neden olan halkın beğenisi değilmiş gibi. Beğenseniz de beğenmeseniz de halk bu, onların sinema beğenisi de bu filmlerden oluşuyor. Kısaca milli irade gişede de tecelli ediyor. 

Not: Organize İşler: Sazan Sarmalı'nı izlemedim.