25 Mayıs 2019 Cumartesi

Gözümüz Kulağımız Yine Cannes'da

Alejandro Gonzales Inarritu başkanlığındaki jüri, Celine Sciamma'ya Altın Palmiye vererek tarihe geçme fırsatına sahip... Ama ibre sanki Pedro Almodovar'dan yana.

Cannes'ın jüri oluşturma kıstasları biraz tuhaf gelebilir. Mesela Cannes'da hiç ödül almamış hatta Altın Palmiye adayı dahi olmamış Hollywood veteranlarının jüri başkanı olduğuna şahit olmuşuzdur. Tuhaftır, çünkü dünyanın en prestijli film festivalinde seçkiye girememiş çapta yönetmenlere o seçkinin en iyilerini belirleme fırsatı verilmektedir. Oysa bu kez durum biraz daha farklı. 56 yaşındaki Inarritu belki bir George Miller ya da Steven Spielberg ölçüsünde tecrübeli değilse de bir dönemler iki kez Altın Palmiye adayı olmuş bir isim ama yarışmadaki diğer jüri üyelerine şöyle bir göz atınca, hele ki Yorgos Lanthimos'a, sadece 10 yaş küçük olmasına rağmen Cannes tarihindeki kariyeri bakımından Inarritu'dan aşağı kalır yanı da yok... Yani Lanthimos'un jüri üyesi olduğu bir festivalde insan net olarak daha kariyerli bir başkan bekliyor... Ben kendi aklımla jüri başkanlığı konusundaki önceliğin Cannes'da başarılı olmuş yönetmenlere verilmesi kanaatindeyim ve onların sayısı hiç az değil. Neden hala Michael Haneke ya da Nuri Bilge Ceylan jüri başkanı olamadı. Senaryo yazarı olarak başladığı sinema kariyeri 1974'e kadar uzanan Jacques Audiard'ı da bu ikiliye eklemekte sakınca görmüyorum açıkçası. Benim aklımla başkan olmaları gerekiyor dedim ya, işte Cannes'ın aklı benden biraz daha farklı çalışıyor. Cannes'ın özellikle jüri başkanları konusunda, şayet orada olmazsa jüri üyelerinin ağırlığı konusundaki popülist tavrı son derece bilinçli bir planın ürünü. Cannes şu iddia da: Evet sanat sinemasının güçlü örneklerine alabildiğine alan açan ve onların dünya pazarına bir biçimde girmesi konusunda en etkili platformuz ama bizim festivalden Altın Palmiye alarak birinci çıkacak filmin de barındırdığı sanatsal değerlere rağmen 'müzelik değil seyirlik olması gibi bir beklentimiz var'. Yani jüri denklemini oluştururken, hele de en iyi film ödülünü alacak olanı değerlendirirken o filmin belli ölçüde de olsa kitleselleşebilme yolunun açık olmasını istiyor Cannes yönetimi. O yüzden kimi yıllar basında Altın Palmiye kazanan bazı filmler için jüriyi bu cesur kararından ötürü kutlarız gibi ifadeler yer alıyor. 2011'de Apichatpong Weerasethakul ödülü kazandığında bu ifadeyi sık sık duymuştuk. Öyle ki jürinin 2013'te Abdellatif Kechiche ve 2014'teki Nuri Bilge Ceylan kararlarını dahi cesur tavır olarak görenler olmuştu. Dahasını siz düşünün...

Ve gelelim bu yıla... Evet jüri Celine Sciamma'nın Portrait de Le Jeune Fille En Feu isimli filmine Altın Palmiye verme cesaretini gösterirse tarihe geçer çünkü festivalin 71 yıllık tarihinde bu ödülü kazanan sadece tek bir kadın yönetmen oldu, başka da olmadı. Film çok da yaygara kopartmadan geniş bir beğeniyle karşılandı, zevklerine hep güvendiğim bir elin parmakları kadar bile etmeyen eleştirmenler de filmin anlatım gücüne vurgu yapıyorlardı. Bütün bunlara ek olarak filmin benim nazarımda beklentimi daha da yükseltmesinin bir nedeni daha var. Ben kadın yönetmenlere romantik dönem filmleri konusunda hep güvenmişimdir. Bilemiyorum kadınlara has özel bir duyarlıktan mı kaynaklanıyor bu, ama Jane Campion olsun, Nicole Garcia olsun, Isabel Coixet olsun yüreğime güçlü şekilde dokunmayı hep başardılar. O geleneğin bir temsilcisi olarak Scimma'ya da hem anlattığı konu hem de anlatım gücü bakımından Altın Palmiye'nin yakışacağını hissediyorum. Artık bir aşk kadınının bu ödülü alma vakti geldi de geçmiyor mu?

Jüri belki bu cesareti gösterir ya da en azından filmi eli boş göndermez (belki Jüri Büyük Ödülü) ancak Abdellatif Kechiche'in Mektoub My Love: Intermezzo'su konusunda çok daha cesur olmaları gerekecek. Geçen yılki jürinin Yann Gozales'in Un Couteau Dans Le Coeur'unu, bence hakkını yiyerek ödülsüz göndermeleri de bir korkaklığın sonucuydu. Sivriliklerden nedense çok çekiniliyor, hele ki merkezinde cinsellik varsa... Festival takipçilerinde de hiç azımsanmayacak bir muhafazakarlık var. Öyle ki yönetmenin Mektoub My Love: Canto Uno'su İstanbul Film Festivali'nde pek çok izleyiciyi salondan kaçırmış ve tepki alkışıyla sona erdirilmişti, kimileri kadın bedeninin fütursuzca sergilenmesinin onları rahatsız ettiğini söyledi, oysaki kanın oluk oluk aktığı filmler ne hikmetse o kadar rahatsız etmiyordu. Bu kez yine çoğu eleştirmen, yönetmene oldukça düşük puanlar verirken, Jean-Paul Sartre'ın kurucularından olduğu meşhur Libération gazetesinin seçkin iki eleştirmeninin filme tam puan vermesi bir şeyleri açıklıyor aslında... Jüri bence yine geniş kitlelere ters düşmek istemeyecektir ama Cannes tarihinde zaman zaman görünen radikal kararlardan birine imza atıp şaşırtırlarsa ne alâ...

Almodovar Palmiyeliler Kulübüne Girebilir

Ödül şansı yüksek görünen iki yönetmene de dikkat çekmek gerekli. Biri Pedro Almodovar diğeri de Joon-ho Bong. Dolor y Gloria ile kariyerinin en iyi filmlerinden birine imza attığı söylenen Almodovar yarı otobiyografik bir film ile festivalde. Almodovar kuşkusuz sinema sanatının günümüzdeki en büyükleri arasında ve belki de son iyi filmiyle koleksiyonundaki eksik parçayı, Altın Palmiye'yi alması hemen herkesi memnun edecek bir karar olacaktır ve jürilerin aklı çokluk böyle çalışır. Joon-ho Bong'un yedinci filmi Parasite'ın ise yönetmenin bugüne kadarki en iyi filmi olduğu konusunda çok geniş bir kabul var ama ben yine de temkinliyim. Geçtiğimiz Cannes'da Chang-dong Lee'nin Burning'ini sonra da Venedik'te Alfonso Cuaron'un Roma'sını da 'amazing, amazing' nidalarıyla karşılayan Batılı ve yerli geniş bir eleştirmen güruhunun ivmesinin her daim merkeze yani ana akım karakteristikler taşıyan sinemaya doğru hareket ettiği bilinen bir gerçek. Seviyeleri bu ne yazık ki ! Geçen yıl bu iki filme yapılan bitmez bilmez övgülerin bir benzerini gördüğümüz, üstelik Oscar'ın uluslararası film dalındaki adaylığını şimdiden öngördükleri Parasite'a karşı temkinli olmayayım da ne yapayım. Ancak yine güvendiğim bir isimden aldığım son bilgi Parasite'ın yukarıdaki örneklerin ötesinde bazı açılımlara da sahip bir film olduğu yönünde. Umarım yukarıdaki örneklerden sadece daha yaratıcı değil bir miktar da olsa daha derinlikli bir filme imza atmıştır Joon-ho Bong. Bence mizansen ödülünün bu yılki favorisi.

Bu yıl izleyicileri ikiye bölen filmlerin başındaysa Terrence Malick'in A Hidden Life'ı geliyor. Diyebilirsiniz The Tree of Life da öyle değil miydi? Bu kez o yarık daha da büyük gibi. Ama ilginçtir o dönem The Tree of Life'ı beğenmeyen bazı eleştirmenlerin bu filmi beğenmesi de ilgimi çekti doğrusu. Bu kez yönetmen politik bir filmle karşımıza çıkmış, bir vicdani retçinin uzun öyküsüyle... Yine diğer bir Amerikalı Quentin Tarantino da karmaşık tepkiler aldı. Hiç beğenmeyenler kadar çok beğenenler de var. En nihayetinde içinde Hollywood kelimesi geçen bir filmin çok alıcısı olacağını kestirmek mümkün. Bu yönetmenlerin dışında Ken Loach ve Dardenne Kardeşlerin her zamanki gibi toplumsal sorumluluğu güçlü filmlerle festivale katıldıkları ifade ediliyor. Ancak bu ikilinin her filmiyle yarışmaya dahil olup pek çok ödül kazanması bazılarını bıktırmış ve ödülsüz gitmeleri isteniyor. Yine de ikiliden en az birinin alacağı bir ödül duyargaları gelişmiş izleyiciler tarafından herhalde alkışlanacaktır.

Bu isimlerin dışında başta Marco Bellocchio, Ladj Ly, Elia Suleiman ve Kleber Mendonça Filho'nun daha sonra Diao Yinan'ın, Corneliu Porumboiu'nun hatta Justin Triet'inin filmlerinin bile ödül alabileceği konuşuluyor. Geriye kim kaldı ki? Ödül almayacağı kestirildiği için açılış filmi yapılanların son örneği Jim Jarmush ve birkaç isim daha mı?

Bakalım son iki yılın tutukluğunu aşmış görünen Cannes'da ödüller nasıl dağıtılacak.