8 Kasım 2015 Pazar

Üç Yerli Film, Üç Farklı Biçem

Ardı ardına yılın kayda değer yerli yapımları vizyona giriyor. Önce Bulantı, sonra Mustang şimdiyse Abluka. Bence bunlar arasında en iyisi Abluka. Hem sağlam bir mizansenin desteklediği alegorik anlatım hem de sert sayılabilecek içeriğiyle ülkemizin alışık olmadığı ilginç bir film bu.

                                                                                                          Altın Aslan'lık Abluka

Yine bu blogta 3 yıl önce Tepenin Ardı'nı Altın Koza FF'deki prömiyerinde izledikten sonra Bravo Emin Alper ! diye biten bir yazı kaleme almıştım. Oradan devam ediyorum. Bir kez daha Bravo Emin Alper ! Tepenin Ardı'nı, Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da estetiğine de göz kırpan alışık olmadığımız bir politik alegori olarak alkışlamıştık. Alper orada yakaladığı başarıyı sinema dili bağlamında bir adım daha ileri taşıyor, 'soft distopya' olarak ifade edilebilecek bir filme imza atıyor. 20 yıl hapis yattıktan sonra şartlı tahliye olan abi ve kardeşinin ateş hattındaki bir mahallede adım adım birbirlerine yönelik septik bakışlarının paranoyaya evrilişini ustalıkla resmediyor, üstelik politik sinemanın göbeğinde sayılabilecek bir film yapmasına karşın asla indirgemeci, kolaycı yaklaşımlara prim vermeden didaktizme savrulmadan... Filmin omurgasında iki kardeş olsa da yeterince üzerinde durulmayan bir karı-koca, ve nadiren gördüğümüz diğer mahalleliler de onlara eşlik ediyor. Yönetmenin 'köpek ve kadın' üzerinden flulaştırdığı iki kardeşin birbirlerinden kopuşunu resmettiği sahneler gerçekten enfes. Hani Tarantino'nun Pulp Fiction'ında, Gus Van Sant'ın Elephant'ında, Fatih Akın'ın Yaşamın Kıyısı'ndasında, Inarritu'nun ilk dönem filmlerinde 'zaman' algımızı yerle bir eden 'yaratıcı kurgu' ustalığının bir benzeri var burada, tabii ses tasarımıyla koşut giden. Yalnız Alper'in köpeğe bakışının da Inarritu ve diğer Meksikalı'larda olduğundan daha sevecen bir tarafta durduğunu da ekleyelim, bilmem çok önemli mi? 

Belki iddialı olacak ama Nuri Bilge Ceylan'dan sonra Cannes'ın kırmızı halısında belki daha da sonra elinde bir Altın Palmiye'yle göreceğiz Emin Alper'i, şu an ilerisi için Türkiye'den Ceylan dışında bu ödüle en yakın kişi kanımca. Belki de önce bu yıl az farkla Desde Alla'ya kaybettiği Altın Aslan'ı alacak, neden olmasın?

Yıldız: * * *

Ergüven'in ve Demirkubuz'un Filmleri

Deniz Gamze Ergüven'in Mustang'i Sofia Coppala'nın 1999 yapımı Masumiyetin İntiharı'nın açık bir Türkiye uyarlaması, yer yer başarılı ama bazen ipin ucunu kaçırmış bir uyarlama gibi, buraları ya Fransa'da yaşayan bir yabancı gözüyle çiziyor ya da yönetmen buraları gerçekten böyle görmek istiyor, bilemiyorum, bir ilk filme göre olgun bir sinema dili kotarmış Ergüven, her şeye rağmen seküler dünyanın genç kadını zincirlerinden kurtarmak isteyen bir özgürlük çığlığı olarak değerli. Oscar'larda Fransa'nın adayı olmasının yanı sıra EFA (Avrupa Film Ödülleri)'de En İyi Film Adayları arasında olması da batının seküler-özgürlükçü vurguya ne kadar değer verdiğiyle alakalı belki de. 

Yıldız: * *


Zeki Demirkubuz’un kadınlara yönelik Pavesevari mesafeli bakışı son filmi Bulantı'da da mevcut, az da olsa açılan kapanan kapılar varoluşçu yalnızlık, kayıtsızlık ve sanki çaresizlik. Asgari bir ritmi, tutarlılığı olan senaryo, yer yer heyecanlandıran özenle yazılmış bazı diyaloglar, basit psikolojik analizler…

Demirkubuz filmlerinde kötülük öncelikle kadınlardan gelir, erkeklerin hayatını mahvederler. Bir tek başrolünde Demirkubuz’un olduğu Bekleme Odası ‘nda durum tersine işliyordu. Başrolünde yine Demirkubuz’un olduğu Bulantı’da kötülük iki taraftan da geliyor ve bu açıdan belki daha adil, dengeli bir bakış açısına sahip film.  Finali de çok ilginç olmasa da farklı bir şeyler yapmak istiyor Demirkubuz, Dostoyevski romanlarını biraz andırıyor,  bir anda pek beklenmedik davranışlar sergileyen karakter(ler)… Belki Demirkubuz için biraz değişik bir adım bu ama beni yine de yeterince tatmin etmiyor.

Yıldız. *