22 Mayıs 2020 Cuma

Siz Hala Netflixleştiremediklerimizden Misiniz?


Bu bir darbedir. Hem de küresel olanından. Adına da Corona denildi.

Bu kadar ay geçtikten sonra mevcut vakaların yaklaşık 10 katı asemptomatik vakalar olabileceği açıklanıyor. Bak şu işe...

Yetmiyor her yıl geçirdiğimiz basit soğuk algınlığı virüslerinin bir kısmı da Corona'nın farklı çeşitleri olduğuna göre çapraz bağışıklık geliştirenlerimiz olduğu söyleniyor.

Yani o halde, aslında mevsimsel gripten küçük bir miktar daha ölümcül olan bir hastalıkmış bu... Mortalitenin 0.2 değil de 0.5 civarında seyrettiği...

Karşımızda bir Ebola virüsü yokken neden bütün alışkanlıklarımızı alt üst ettik o zaman ve hayatı ona göre inşa ediyor artık eskisi gibi olamayız diyoruz. Adına da 'yeni normal' diyoruz...    
Valla ne yalan söyleyeyim karantina sürecinde yaşadıklarımız, malum virüsün bir plan-proje çerçevesinde hayatımıza girdiği şüphelerini çok arttırdı bende. Bir önceki yazımda şakayla karışık bu virüsün Netflix'in merkezinde üretilmiş olabileceğinden dem vurmuştum. Sonra o yazıyı çok az revize edip Sineblog adlı siteye gönderdim. O günlerde ölüm oranı rekor seviyeye %7'nin üzerine çıkmıştı. Sonra biraz inişe geçti. Tüm bir medya tek bir akış veriyordu bize. Hastalananlar tespit ediliyor, bu kadarı ölüyor, dahası bazı ölümlerin Corona kaynaklı olduğu bile tespit edilemiyor. Yani Corona'ya bağlı ölümler daha fazla bile olabilir... Uff korkmamak mümkün değildi elbet... Artık şunu görebiliyoruz: Bu virüs bir süredir toplumda görülen bazı eğilimlerin ileri noktaya taşınmasına çok yardım etti-ediyor. Yaşadığımız çok hızlandırılmış bir film gibi... Bakın, 30, 40  bilemediniz 50 yıl sonra böyle olacağız şöyle bir toplumda yaşayacağız diyenler artık o kadar beklememize gerek kalmadı, o günleri yaşamaya başlıyoruz diyor... Pess !!! Toplumda belirli yöndeki o çok yavaş ilerlemeyi, hızlandırmaya yaradı bu virüs. Hatta zorla, mecburen yaptırıyor bunu, en dirençli olana bile başka tür bir yaşama şansı vermiyor... Bir noktada insan toplumdan bağımsız bir varlık değil, insan başka insanların varlığıyla insanlaşan bir canlı... 

Hemen hatırlayalım, teknolojinin gelişmesiyle hayatımızdaki pek çok değişikliği, ve onlardan birini... Yaklaşık 16-17 yıl önce hayatımıza giren torrenti. Mesela torrent denilen internetten film izlemeye yarayan o korsan uygulama zamanla belirli bir kitleye ulaştı. Biraz da bunun farkına varan, başını Netflix'in çektiği çevrimiçi film izleme platformları dünya üzerinde giderek büyümeye başladı. Bu platformlara karşı olanların direncini kırmaya yönelik adımların ardı arkası kesilmezken direnen de direniyordu ama diğerleri nereye kadar direneceksiniz dünya buraya gidiyor canım diye bu direnişi kırmaya çalışıyordu, yalan mı? Bugün Mubi denilen yine başka bir çevrimiçi film izleme platformunun sitesine girdiğinizde karşınıza şöyle bir yazı çıkıyor. 'Filmlerimizi izle ya da indir ne zaman istersen, her türlü ekran ve cihazda, nerede istersen.' Evet nerede istersen mesela yemek yerken ya da yolda mesafeli mesafeli yürürken de izleyebilirsin, sana kalmış. Bir de sinema tarihinin önemli filmlerini ücretsiz olarak dolaşıma açtığı için övgülere boğuluyor. Mesela Jules ve Jim'i banyo yaparken izleyebilirsiniz, engel yok sonucunda. Bambaşka bir örnek vereyim. Düne kadar whatsapp ve benzeri uygulamaları, görüntülü aramaları anlamsız bulan, popomu kaldırır gider yüz yüze görüşürüm diyen insanlar bugün buna mecbur edildi. Yüz yüze görüşemiyorsun çünkü. Yok seyahat kısıtlaması, yok sosyal mesafe, ıvır zıvır... İnsanları buna alıştırmaya çalışıyorlar, net. Dünü hatırlayalım, ileride robotlarla seks insanla seksi geçecek deniliyordu değil mi? Şu birkaç ayda seks oyuncaklarının satışında büyük patlama olmuş. Başka bir örnek, İzmir kordondadaki çimlere mesafeli yuvarlaklar çizilmiş, herkesin o çemberin içinde diğer çembere yaklaşamadan oturması isteniyor. Fotoğrafı yukarıda. Tam da distopik filmler gibi değil mi yani? Bütün bunların adına da 'yeni normal' diyorlar... Amaç artık ölümleri azaltmak mıdır nedir, hastahanelerdeki yük giderek azalıyor, en azından 2.dalgaya kadar. Ölen öyle ya da böyle ölecek, büyük çoğunluksa ölmeyecek, hele ki genç ölümleri çok çok düşük, bir kısmı da bağışıklık geliştiriyor... O halde niye tüm bunlara alıştırılıyoruz? 

Yine sinemaya dönelim. Dünya festivalleri çevrimiçini tartışıyor. Bizde önce Başka Sinema vizyon filmlerini çevrimiçi yaptı. Ardından bir kale daha yıkıldı. İstanbul Film Festivali 15 filmlik güncel bir seçkiyi çevrimiçi olarak sundu. Çok fazla olumlu tepki aldı, hiçbir direnişle karşılaşamadı. Zaten yıllardır olması gerek bir şeydi ve bugüne nasip oldu diye yazıldı pek çok platformda. Yıllardır ihtiyacımız olan Coronaymış meğerse, haberimiz yokmuş. Bravo vallahi... Geçtiğimiz günlerde Ntv'nin kültür sanat programı Gece Gündüz'e İstanbul Film Festivali direktörü Kerem Ayan'ı konuk almışlar, sunucu diyor ki bugünle sınırlı kalmamalı artık çevrimiçi festivalleri gündeminize almalısınız, festivaller çevrimiçi olarak da devam etmeli. Ve güzelleme yapıyor ne güzel ki oturduğumuz yerden festival takip ediyoruz. Ne kadar konforlu bir şey bu. Bundan sonra böyle de olmalı gibi bir şeyler çıkıyor ağzından... İşte dananın kuyruğu da burada kopuyor zaten. Festivallerin taşıyıcı olduğu sanat sineması konfor alanından çıkmayı gerekli kılar, çünkü zorunlu olarak bir roman gibi parçalara bölünerek tamamlanacak bir deneyim değildir. Tek oturuşta bitirilebilen bir şeydir sinema filmleri. Ve sanat sinemasının kaliteli ürünleri dikkatin yoğunlaşmasını gerektirir. Ben film izlerken kapı çalsın, arkadaş mesaj göndersin, kedi benimle oyna desin, film defalarca dursun, geri sarılsın. Nasıl olsa istediğim saatte izleyebileceğim bilinciyle erteleyeyim. Diyelim başım ağrıdı, ne var canım yarın devam ederim. Laptoptan hd kalitesinde donma mı yapıyor, yatağa yatar telefondan devam ederim. Film aynı film sonuçta... Öyle değil elbet, inanın sinemada ve evde film izlemek arasındaki fark, bir romanı basılı kağıttan okumakla bilgisayar ekranından okumaktan bile çok daha uzak iki deneyimdir. Çünkü perde boyutu, sizin ona asgari uzaklığınız, başka insanların varlığı, hatta tanımadığınız insanlarla yan yana bir deneyime tanıklık etmek sinemadır. Öbürü youtube videosu izlemekten çok da farklı değildir. Ya da dizi izlemekten, tv filmi ya da bugüne has o internet dizileri izlemekten... Sinemanın çevrimiçine dönmesi hiç abartısız, tiyatronun kayda alınıp internetten bizlere sunulmasına eşdeğerdir. Zaten artık ona ismen sinema da denmez. Bakın yönetmen Jia Zhangke ne güzel söylüyor, kalabalıklarla omuz omuza, birlikte gülerek ağlayarak, korkarak yaşadığımız deneyimin adıdır sinema ve sinema insanları bir araya getirme sanatıdır... 

Şöyle bir gerçeklik var, istisnasız biçimde evde film izlemeyi savunanlar, dizileri ve kitle sinemasını da çok seven insanlar oluyor, bugüne kadar aksi tek bir örnek görmedim, elbet bunların bir kısmı sanat filmlerini de izliyor ve sevdiğini söylüyor, hatta kendini sinefil olarak tanımlıyor. Ancak kitle sinemasına bilhassa da dizilere mesafeli olan, sanat sineması müptelası o küçük azınlık, gerçekten sayıları çok az olan o azınlık asla evde film izlemeyi savunmuyor, savunmaz da. Tek bir örnek gösterebilir misiniz? Evde film izlemeyi savunanların yazdıkları film eleştirisi bile denemeyecek o yorumlardaki noksanlıklar da buradan kök alıyor aslında, onlar pek farkında olmasalar da. Peki neden en iyi sinema eleştirileri, filmleri sinemada izleyen ve bunu savunanlardan çıkıyor hiç düşündünüz mü? Bana filmleri (sanat filmlerini tabii ki) ilkesel olarak uzun yıllardır sinema salonunda izleyen ve buna karşın neredeyse hep evde izleyen iki grubun yazılarını gönderin, iddia ediyorum, en fazla % 5 yanılma payıyla hangilerinin filmleri sinemada hangilerinin evde izlediğini söylerim size. Şakam yok... Daha da uzatmayacağım. Bu konuda çok yazdım. Dediklerim bilimseldir.

Neyse efendim diyeceklerim bu kadar işte... Evet ben de İstanbul Film Festivali'nin 15 filmlik seçkisini izliyorum. Bu noktada böyle bir şeye karşıyım, direniş gösteriyorum dememin de hiçbir anlamı olmadığına hak verirsiniz sanıyorum. O 1200 kapasiteli çevrimiçi bileti ben almasam alacak çok fazla insan var nasıl olsa... Neyse ki henüz daha üst düzey filmlerin yönetmenleri, filmlerini çevrimiçine açmak istememiş de, oldukça zayıf bir seçkiyi izliyoruz. Ancak bu gidişle diğer yönetmenler de çevrimiçine mecbur edilecek gibi ve bu durumun yerleşmesi yaşayan sinemanın  entelektüel yoğunluğuna kesinlikle zarar verecektir. Sinemanın ölümü olur bu, filmler bir biçimde yaşar yaşamasına da netflixleşerek yaşar işte. Oralardaki kalite malumunuz... Buna ne kadar yaşamak denirse... Bir gün bir Netflix filminin Oscar almasını da göreceğiz ve bunu da devrim diye yutturacaklar diye daha bir kaç ay önce tweet atan ben artık ne diyeyim bilemiyorum. Değil Oscar, Altın Palmiye almasını da görürüz mü diyeyim ve bu devrim değil olsa olsa darbe olur. O zaman umarım bu küresel 'yeni normal' zırvalığı bir büyük provadan öteye gitmez ve sinema bu darbeden kurtulur demekle yetineyim... 

Çevrimiçi İstanbul Film Festivali Puan Tablosu

Berlin Alexanderplatz  * *

Deniz Mavileşinceye Kadar Yüzmek  * *

5 Kusursuz Sayıdır  * *

Daha Büyük Bir Dünya  * *

Davacı  * 

20 Yaşında Öleceksin   *

Hizmetkarlar  * 

İzlediğim filmler oldukça puan tablosuna eklemeler olabilir.