27 Aralık 2019 Cuma

2019'un En İyi Filmleri *



1-Les Fréres Sisters / Jacques Audiard

2-Portrait de la Jeune Fille en Feu / Celine Sciamma

3-Le Jeune Ahmed / Dardenne Kardeşler

4-Sorry, We Missed You / Ken Loach

5-Elisa y Marcela / Isabel Coixet

6-Peterloo / Mike Leigh

7-Mi Obra Maestra / Gaston Duprat

8-A Hidden Life / Terrence Malick

9-Gangbyeon Hotel / Hong Sang-soo 

10-Der Goldene Handschuh / Fatih Akın

11-Les Misérables / Ladj Ly

12-In Fabric / Peter Strickland

13-Alpha: The Right to Kill / Brillante Mendoza

14-Rojo / Benjamin Naishtat

15-Dylda / Kantemir Balagov

16-Synonymes / Nadav Lapid

17-Om Det Oandliga / Roy Anderson

18-La Paranza Dei Bambini / Claudio Giovannesi

19-Gisaengchung / Bong Joon Ho

20-It Must Be Heaven / Elia Suleiman 


* Listedeki filmler daha önceki yıllarda da olduğu gibi 2019 yılı içerisinde sadece sinema salonunda izlediğim 'güncel' filmlerden oluşmaktadır, yine aynı yıl içerisinde sinema salonunda izlediğim klasikleri hak verirsiniz ki listeme almadım. 


7 Aralık 2019 Cumartesi

Celine Sciamma'dan Yalın Bir Aşk Filmi

Bence Celine Sciamma'nın filmi son yıllarda gördüğüm en yakıcı final sekanslarından birine sahip. Yönetmenin filmin son planında insan ruhunun derinliklerindeki o yüce duygunun, aşkın, nasıl bir şey olduğunu yansıtışından etkilenmemek zor.

Cannes'daki gösteriminden bu yana, tabii benim için seçkiye girdiğinden bu yana da demek mümkün, yılın en merak ettiğim filmiydi Celine Sciamma'nın Portrait de la Jeune Fille en Feu'sü (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi). Nedeni Cannes ödül töreninin hemen öncesinde yazdığım yazıda vardı: Kadınların romantik dönem filmleri konusundaki hünerleri. Mesela Jane Campion, Nicole Garcia ya da Isabel Coixet'inin filmlerinde az mı yüreğimiz dağlanmıştı? Ama Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, Filmekimi sonrasında öyle bir övüldü ki, ister istemez beklentimi biraz düşürmek durumunda kaldım... Hep söylemişimdir aşırı övgünün olduğu yerde filmler ortalama beğeniye yaklaşacak karakteristiklere sahip olduğunun işaretlerini verir. Bunun belki istisnaları vardır ama ezici çoğunlukla dediğim gibi olur... Açıkçası filmi izlerken de işte iyi ki beklentimi biraz düşürmüşüm dedim, bu film aşka bakışımızı darmaduman edecek kadar derinliğine sahip mi pek sanmıyorum açıkçası, çok da entelektüel çaba isteyen sahneleri yok, elbet ağırbaşlı yine de izlemesi kolay mı kolay bir film ve bir şerh düşeyim, diyaloglarına biraz daha dikkat kesilmek gereken bir tarafı da var... Şimdi hemen bunlar mı problem demeyin. Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi'nin biçimiyle ya da içeriğiyle sinemaya çok da yeni bir şey kattığını düşünmüyorum, yani o abartılı övgüleri mecburen bir kenara bırakalım ama sonra bu söylediklerimi de bir kenara bırakalım çünkü film son derece yalın anlatımının ardında kırık bir aşk hikayesi anlatıyor ve ben aşkı anlatan iyi niyetli her filmin değerli olduğu kanısındayım ve bunu sinema sanatının sunduğu imkanları oldukça iyi kullanarak yapıyor. Üstelik aşıkların ikisinin de hiçbir suçu olmayan, tam zaman ya da mekan yanlıştı, biz ne yapalım filmi bu, ah etmenin mümkün olmadığı türden... 1700'lü yıllarda geçen hikaye, bizim bugünkü toplumumuzdan bile daha geri kalmış bazı özelliklere sahip. Bir genç kadının hiç tanımadığı bir adamla evliliğe zorlandığı dönemin Fransa'sında adam bu kızla evlenmek için onun yağlı boya bir portresini görmeyi şart koşar. Bugünkü gibi whatsapp ya da instagram ne arasın! Ve bunun için ressamlar çağrılır, ama kızımız poz vermez çünkü böylesi bir evliliğe haklı olarak isteksizdir. Ta ki ressamların sonuncusu gelene kadar, ona karşı da ilk başta isteksiz olacağı düşünülür ya, neyse ki yavaş yavaş alevlenmeye başlayan aşkın etkisiyle bir süre sonra portresini çizmesine izin verir. İlk başta ressam gizli gizli gözlemlediklerini tuvale aktarmaya çalışmış, pek de başarılı olamamıştır. Aşkın alevlenen ateşine koşut olarak tamamlanan ikinci tablo bir yanda adeta çiftin aşklarının dışavurumu gibidir, diğer yandansa kaçınılmaz bir ayrılığın habercisi... Filmin öncelikle aşkla sanat arasında paralellik kuran bir savunusu var, ayrıca dönemi yansıtışı ve aşkın nasıl da güçlü bir duygu olduğunu ve bazen aşık olunacak kişinin cinsiyetinin beklenilenden farklı olabileceğini, başroldeki ikilinin (Adele Haenel ve Noemie Merlant) başarılı yorumunun ardında büyük özenle yazılmış bir senaryo ve harikulade görüntü yönetimi eşliğinde aktarıyor. Kuşkusuz filmdeki kadrajların çoğu, ünlü bir ressamın tablolarından çıkmış izlenimi veriyor. Bunun sinemanın resim sanatıyla ilişkisini ön plana çıkardığını da düşünebiliriz, hem biçim içerik uyumu açısından da resim sanatına bir övgü taşımış olur. Filmin yalın görünümünün ardındaki zarafet diyelim biz ona ya da filmi izledikten sonra geçen sürede bir miktar daha derinleşiyor hissi, bu açıdan biraz Michael Haneke'nin Amour'u da öyle değil miydi dedirtiyor sanki. Biraz zaman geçtikçe biraz üzerine düşündükçe içimizde büyüyüp başyapıt bölgesine girebilecek, her anlamda tam bir kadın filmi.  

Ve her şeyin ötesinde Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, günümüzde içi epeyce boşaltılan aşkın iç ateşinin yüze nasıl vurduğu ve bazen bir müzik parçasının (Vivaldi'nin Dört Mevsimi'nden Yaz) bile o ateşi nasıl alevlendirebildiğiyle neticelenen muhteşem final sekansıyla bence daha da büyük bir filme dönüşüyor... Ki filmin ilk yarısında bunun işaretini verdiği bir piyano sahnesi var, bu ve bunun gibi detaylar filmin neden senaryosuyla bu kadar ön plana çıktığını aktarıyor bize.

Yıldız: * * * *