5 Aralık 2016 Pazartesi

Yüce Ruhun Filmi Bu, İnsanın Tüm Kötülüklerine Zıtlık Oluştururcasına

François Ozon 17.filminde savaşın kaybı, aşk ve insanoğlundaki o yüce ruhu öne çıkardığı öylesine dokunaklı bir filme imza atmış ki, zaman zaman unutulmaya yüz tutan sinema sanatına sevgimizi perçinleyen bir film ortaya çıkmış. 

Şöyle bir bakıyorum da bu sezon (Ekim'den bu yana) ne kadar güzel filmler izledik. Daha birkaçını izlemediğimizi varsayarak diyorum bunu. Aslında 2015 ve 2016 bizler için, maalesef savaşın yeni tezahürleriyle geldi, ardı ardına patlayan bombalar, üzerine ateş açılan insanlar, darbeler, ohaller... Peki Avrupa çok mu farklıydı, başkentleri Brüksel Havalimanı'nda, metrosunda yaşananlar. Hele Fransa'da 7 ayrı noktadaki yüzlerce insana yapılanlar ve Bastil gününde Nice'te olanlar...

Ama o Avrupa son zamanların en hoş filmlerini bunların ertesinde üretiyor. Esasen Avrupa Sineması'nı bu kadar özel kılanlardan biri de yaşadıkları iki büyük savaştı çünkü insanoğlunun daha ne kadar acımasızlaşabileceğine dair büyük tecrübe edindiler. Belki de o yüzden Amerikan Sineması'nın en başarılı örneklerinde bile o naifliği bulamadım ki gerçekten çok başarılı örneklerini zaman zaman izledim, biri de geçen haftaydı.

François Ozon, Venedik Film Festivali'nin favorileri arasında gösterilen ama sadece filmin genç kadın oyuncusuna verilen bir ödül ile yetinmek zorunda kalan son filmi Frantz'da, eskiye gidiyor ve sanki bir açıdan 3. Dünya Savaşı'nın ayak seslerinin duyulduğu şu dönemlerde, bakın ne acılar yaşadığımızı unutmayın, tekrar tekrar hatırlayın diyor. Siyasetçiler sanatçıları dinler mi ki? Biz yine öyle umalım. 

Bu hayli ilginç filmde,1.Dünya Savaşı'nın ertesi, önce yer Almanya'nın bir köyü, nişanlısı Frantz'ı savaşta Fransız kurşunuyla kaybeden Anna, onun mezarının önünde bir genci görmeye başlıyor, Adrien adlı gizemli bu genç bir Fransız, Frantz'ın ailesi için oğullarını öldüren ulustan biri o ama Adrien Frantz'ın arkadaşı olduğunu söyleyerek aileye kendini çok sevdiriyor. Oğullarının mezarını ziyaret için Almanya'dan gelmiş üstelik, az şey mi?

Filmin ortasında filmin akışını alt üst eden o sürpriz itiraf geliyor (aslında deneyimli izleyicinin ne zaman gelecek diye bekleyebileceği). Bundan sonra birbirine yakınlaşmaya çalışan Anna-Adrien ayrı düşüyor. Bir süre sonra Anna, Adrien'in peşinden onu bulmak için Fransa'ya gidiyor, burada da yaşanması beklenen büyük aşk için zaman biraz geçmiş oluyor. 

Filmi izlemeyenler için filmin önemli gelişmelerini daha fazla yazmak istemiyorum ama Adrien'in vicdani sorumluluğu, ansızın tamamen ayrı koyduğu bir aşkı (filmi izleyenler ne demek istediğimi çok iyi anlayabilecekler) kendince yerine koyma isteği insana olan derin inancın da karşılığı. Nasıl yüce bir ruh bu. Evet sorumluyuz pek çok acıdan ne yazık ki, bazı zamanlarda bu acıların en büyüklerinden sorumluyuz ama kaybolanı yerine koymak neden mümkün olamasın ki !!! Tabii ki aşk ile olacak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Adrien'in niyeti çok alışık olmadığımız bir soylu tavra kapı açıyor. Yine film boyunca bize izlek sunan filmin ölü kişisi Frantz'ın Anna'nın ne olursa olsun aşkı yaşamasını, mutlu olmasını isteyişi peki, ve zaten Adrien'in bu bilgiye sahip oluşu. Ya Anna'nın birlikte yaşadığı Frantz'ın ailesini üzmemeye çalışan iyi niyeti, Adrien'e karşı affediciliği...

Evet savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu bıkmadan usanmadan 2016 yılında, üstelik 1.Dünya Savaşı ertesinden anlatan bir film. Tüm bunları çok sağlam bir senaryo, siyah-beyaz ve renkli film arasında özenle gidip gelen duyarlı bir estetikle ortaya döküyor Ozon. Adrien kemanı çalarken duyduğumuz Chopin'in çalışması gibi özenle seçilmiş çeşitli müzikler de aynı duyarlığın ürünü. Oyunculuklar da en iyisinden, özellikle Adrien rolünde Pierre Niney ve Anna rolündeki Paula Beer, filmin o hüznü ve hümanizmasını birinci sınıf bir mimik-jest ustalığıyla yansıtıyorlar.

Pek çok anlatmaya değer noktasını sürprizlerini bozmamak için anlatmadığım bu dört başı mamur hikaye, insanın karşıtlıkların içinde nasıl da var olduğuna dair, insanın yaşattığı her türlü kötülüğe karşın yine aynı insanın iç güzelliğiyle yapılan bir büyük vurgu. Anna'nın Adrien'in yanından trene binip ayrılırken Adrien'in seslenişinde insana dair o umut... Mutlu ol Anna, diyor. Daha başka ne istenebilir ki. Filmin özü biraz da bu cümle işte, ama burada sadece yazılı halini gördüğünüzden çok daha derin ifadesini buluyor filmde. 

Frantz hep izlemeyedeğer filmler üretmiş ilgiyle de takip ettiğimiz, dile kolay kısaları saymazsak 17. filmini çeken François Ozon'un başyapıtı...

Yıldız: * * * * * 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder