30 Haziran 2016 Perşembe

Yine Meksika Usulü Yozlaşmışlık Ama Bu Sefer Sanki Olmamış

Evet, o suçun ve yozlaşmışlığın meşhur ülkesi Meksika'dan gelen bir film. Inarritu'dan, Reygadas'a, Escalante'ye ne kadar da önemli yönetmeni Dünya Sineması'na kazandırmış bir diyar, daha bir kaç hafta önce izlediğimiz Chronic'in genç yönetmeni Franco da bu ülkeden çıkmamışmıydı? Rodrigo Pla yönetmenliğini gerçekleştirdiği Bin Başlı Canavar'da o bildik yozlaşmışlığın içine dalıveriyor kamerasıyla. Aslında filmin umut veren bir başlangıcı var: Sabit planda yoğun bir karanlığın içinde bir çift, bir takım iniltiyi andıran sesler, ihtiyacı olan ilaca ulaşması gereken mide kanseri bir koca. Kadının kocası için doktordan randevu alamaması, bir takım anlamsız prosedürler dahası ahlaksız tavırlar, ve kadının kendi yöntemiyle amacına ulaşma halleri, bir tabancayla. Film, 1915 yılında Griffith'in Bir Ulus'un Doğuşu ortaya çıktığında bugünkü anlamıyla uzun metrajlı bu ilk filmin, yani filmlerin süresinin uzamasının neden sinemanın sanat olabileceğinin ilk sinyali-şartı olduğunu unutmuş gibi. Pek çok karakteri içine alsa da handiyse hiçbirini bir adım bile derinleştirmeden kullanıp atıyor, en ön plandakileri dahi, hatta bazılarını sadece gösteriyor neden gösterdiği bile belli olmadan. Adeta önce kısa metraj olarak çekilip sonra uzatılmış bir film görüntüsü veriyor, uzun metraj için kısalık rekoru kıran bu 74 dakkada. Yönetmen yer yer basit biçimsel numaralar da yapmaya çalışmış ama bütünün içinde bir anlamı olmadığından çok komik duruyor bence, o alelacele geçen sahnelere ne demeli, kocayı daha göremeden pat diye ölüverdiğinin haberini almaya peki. Üstelik bir de film bitti derken mahkeme salonu dışında anneye bir kez daha oğluna her şey düzelecek dedirten gereksiz küçük bölüm, ve de gerçekten film bittikten sonra yönetmenin mahkeme salonunu oradaki mobese tarzı kamera görüntüleriyle vermesi, hakimin içeri girişi ve ayağa kalkışları varki sorma gitsin. Vallahi yönetmenin ne anlatmak istediğini anlayamadım. Sağlık sistemine güçlü bir eleştiri falan bekleyenler fazla heveslenmesin, ilgiyi canlı tutmayı başaran ritmine karşın (müspet yanı da yok değil hani) televizyonda kamu spotu niyetine izlenebilecek bir film düzeyine bile erişemiyor ve bu film İstanbul Film Festivali'nden Altın Lale kazanmış, hayret !

Yıldız: *

19 Haziran 2016 Pazar

Bir Yarım Başarı Bile Değil: Hrutar

Dünya Sineması nasıl ki Amerika'dan ibaret değilse, Fransa, İtalya, Romanya, Rusya, İran ya da İngiltere vs'den de ibaret değil. Dünyadaki 200'e yakın ülkenin birçoğunun sineması olmasa bile kıyıda köşede duran öyle ülkelerin sinemalarıyla tanışıyoruz ki, her şeyden önce o ülkelerin bir tür kültürünü küresel arenaya taşıma işlevi mi görüyor bu filmler diye de soruyorum bazan, bu filmlerin pek çoğu sinema olarak sadece belli başlı anlar dışında doyurmuyor, bir bütünlüklü hazzı taşıyamıyor ne yazık ki. İşte İzlanda, uçsuuz bucaksız ve soğuk bayırlarındaki tek tük evler, daha önce Dagur Kari vb. yönetmenlerin de sinemasına konu olan bu sessiz, sakin aslında ıssız ada ülkede iki kardeşin koyunlarla ilintili ilişkisine tanıklık ediyoruz Hrutar (Rams-İnatçılar diye gösteriliyor) adlı bu filmde. Telaşsız, hoş kadrajlar eşliğinde evet vakur bir anlatımı var filmin.

Filmin başında bir yarışmaya konu olan koyunlarla bu kardeşlerin güçlü bir bağ kurduğu ortada. Koyunlara verdikleri önemin ardında başka bir neden de göstermiyor film, hepi topu kardeşlerden birinciliği diğerine kaptıranın koyunlarda bir virüs tespit ettiği söylentisi ve sonrasında sağlık ekibinin gerçekten böylesi tehlikeli bir virüsü tespit etmeleri ve kardeşlerden birinin tüm itlafa rağmen küçük bir grup koyunu-koçu saklama, yakalanmama, bu arada kardeşiyle arasını düzeltme hikayesi izlediğimizi söyleyebiliriz. 

Filmin ikinci yarısında evinin gizli bir köşesinde sorunsuz yaşamaya devam eden kardeşlerden birini görünce de aslında koyunların bir hastalığı yok mu sorusu kafamızda beliriyor. Peki o zaman sağlık ekibinin inatla koyunları itlaf etme çabasını nereye koyuyoruz, tutarsız değil mi? Bunların ötesinde kardeşin koyunları saklama isteğinin altındaki motivasyon da belirsiz, tıpkı aynı yılın Cannes'ında en fazla Belirli Bakış'ta olması gerekirken Ana Yarışma'ya kaydırılan üstelik bir Büyük Ödül kazanan, kimilerince hiç anlayamadığım biçimde başyapıt mertebesine çıkarılan Son of Saul'daki film boyunca ölmüş çocuğu gömmek için fır dönen adam gibi. Bir senaryoda karakterlerin hareketlerinin altındaki motivasyonları bilmek zorunluğumuz yok diyorsanız, amenna bilmeyelim. Ama ben bilmeyi tercih edenlerdenim.

Yıldız: * 

Not: Genelde tek yıldız verdiğim filmleri yazmama gibi huyum olsa da geçtiğimiz haftalardaki Evrim gibi eleştirmenler nezdinde epey beğeneni olduğu için ben de fikrimi belirtmek istedim.

6 Haziran 2016 Pazartesi

İnsanlığın Karanlık Sularında

Meksika'lı Genç Bir Auteur'ün Filmi

Ölüm hepimiz için kaçınılmaz son. Tıpkı, aşk gibi, yalnızlık gibi, belki can sıkıntısı gibi ölüm ne kadar kaçınsak da hayatın gerçeği değil mi ama, ve hatta kaçınılmaz olarak ölüm hayat üzerinden tarif edilir, ölümün de varlık sebebi hayatın ta kendisi. Yönetmen Michel Franco da Tim Roth'u başrolde oynattığı filmi Kronik'te sanıyorum bu yegane gerçekliğe ilişkin bir film yapmak istemiş. Mesleğine tutkuyla bağlı bir erkek hemşirenin ölüm döşeğindeki insanlara yaptığı hasta bakıcılığın zorlu safhalarını biçimsel olarak uzun planları tercih ettiğinden uzun uzadıya göstermiş, hatta bazen işlevini aşarcasına. Ölümün kıyısındaki insanlara yardımcı olmak konusunda Roth'un canlandırdığı David karakteri neden bu kadar istekli, karısını ve çocuğunu amansız hastalıklara kurban etmiş! olmasının bir payı olabilir mi, sık sık David'i spor yaparken görmenin, ya da terini sileceği havluya bile başkasının elinin değmesine izin vermeyişinin sağ(lıklı) kalmak takıntısının bir tezahürü olduğunu düşünsem yanılır mıyım acaba? 

David karakteri biraz daha zenginleştirilebilirdi kuşkusuz, onun hakkında yeterince bilgiye sahip değiliz. Yine de yönetmen başkarakterine ilişkin bir takım minik ayrıntıları öykünün bütününe güzel yedirmiş, kabul etmeli. Hele o sürprizden de öte ani ve sert finale ne demeli, benim için ilk anda yönetmenin filmini nihai bir noktaya eriştiremediği için böyle bir tercihe başvurmuş olabileceğini düşündürten, böylesine yalın bir öyküyü böylesine final ile birkaç saniyede ciddi bir bütünlüğe kavuşturan... Abartısız ve son derece mütevazi olduğu kadar küçük ölçekte ilginç de bir film Kronik, sanki ölümden ne yapsak da kaçamayacağımızı bir kez daha yüzümüze vuran, ha çok mu gerek vardı buna o da ayrı tabii...

Yıldız: * * *

Pek Sevimsiz Bir Fransız Filmi

Bir ada düşünün, erkeklerin olmadığı sadece kadınlar ve oğlan çocuklarının yaşadığı. Kulağa hoş mu geliyor? Feminist bakışla da erkeksi bakışla da cazip ama ya sonra... Bir kadın elinden çıkan bilimkurgu türüne de yakın amfıbik distopya (belki ütopya o da net değil) denebilecek Evrim adındaki film; penceresiz evlere, kadınların yaptığı yosunumsu tuhaf yemeklere, denizin altından çıkan deniz yıldızlarına, ölü çocuklara, adadaki kadınların çocuklara uyguladıkları ameliyatlara, fetüslerin turşusunu kuran, sık sık doğumları tedirgince izleyen kadın doktorları da eklediğinizde tam bir muammaya dönüşüyor. Baştan sonra anlamsız bir kabustan öte bir şey ne yazık ki yok. Ataerkil düzenin kirlettiğini varsaydığımız dünyaya kadınca bir başkaldırı mı ifade ediyor yoksa, neye başkaldırıyor bu kadınlar tam olarak, en ufak tutarlı bir yoruma bile imkan tanımayan bir dil kurmuş yönetmen. İnanılmaz bir sembol yüküne sahip film ve daha kötüsü hiçbirini bir yere oturtamadığımız, çerçevesi çizilmemiş temelsiz bir sembolizm bu. Yer yer zorlasa da yine de kendini ilginç biçimde izlettiren, izleyicisine de Fransız bu filme, İngiliz bir ifade kullanmak istiyorum: "not my cup of tea" ve ekliyorum, filmi beğendiğini söyleyen eleştirmenlerin tam olarak neyini beğendiğini ifade edememesi ayrı bir tuhaflık. Mesela buraya tıklayın ve karşınıza çıkan eleştirmenin eleştirisinde (???) bu filmi neden bu kadar çok beğendiğini açıklayın, neden beğenmiş sahi ya, o kadar laf kalabalığının içinde anlayan beri gelsin, bana da anlatsın olur mu? 

Yıldız: *