4 Ekim 2015 Pazar

Filmekimi'nden 5 Farklı Film 5 Farklı Yönetmen 5 Farklı Ülke

Dheepan: İşte Gerçekçi Sanat Sineması'nın Dayanılmaz Ağırlığı !

Jacques Audiard yıllar önce Un Prophete (Bir Kahin) ile çok yaklaşıp alamadığı Altın Palmiye'yi Dheepan ile aldığında birçok kişi ödülün sanki yanlış filmle geldiğini düşünmüştü. Kabul etmek gerekir ki Audiard popülizm tuzağına düşebileceği sınırı iyi bilen, ucuz numaralara/gösterişe prim vermeyen ama izleyici gözünden de filmlerin nasıl alımlandığının sonucu 'izlenebilirlik' denen olgunun en iyi farkında olan yönetmenlerden. Dheepan'dan önce benim izlediğim 3 filminin hepsi güçlü filmlerdi. Dheepan da öyle. Yine okullarda yönetmenlik derslerinde gösterilecek incelikte kimi sahneler, doğal-güçlü oyunculuklar, yoğun bir ritim duygusuna koşut giden bireysel dramlar ardındaki toplumsal-siyasal göndermeler...
Un Prophete'de hapishane mikrokozmozunda iktidar savaşı ve güç dengelerinin onulmaz değişkenliği üzerine ders veriyordu Audiard. Bu kez de Sri Lanka'da Tamil Ealam gerillalarının yenik düşmesiyle Fransa'ya mülteci olarak gelen Dheepan ve formalite icabı yanına verilen karısı ve çocuğuyla Fransa'da ayakta kalma mücadelesini irdeliyor. Belki savaştan kaçıp büyük demokrasilerin kucağında huzura kavuşacağını umuyordu bu aile ama aynı savaşın farklı bir tezahürü burada kendini gösteriyor ve savaş ne yazık ki bu insanların yakasını bırakmıyor. Belki de karısının Fransa'dan kaçmak isterken Dheepan'a söylediği cümlede gizli bazı şeyler: Dheepan bu savaş diğerinden farklı derken, neden farklı bu sefer sen savaşmadığın için mi? diyordu karısı. Savaşıyor Dheepan da ve sonunda Fransa'dan çıkıp kadının filmin başından beri adını boşuna yinelemediği eski kolonyalistleri İngiltere'nin kucağına düşüyorlar. Kaderin cilvesi ! Avrupa'nın belki de en güncel en yakıcı problemi göçmen sorununu yönetmen her zaman yaptığı gibi öncelikle bireyin (hatta varoluşçu bile dense yeri) yaşadıkları üzerinden anlatıyor. İşte gerçekçi sanat sinemasının dayanılmaz ağırlığı ! Yıldız: * * * * 

Venedik'deki Altın Aslan töreninde Nuri Bilge Ceylan'a dönerek 'My Master' diye seslenen Lorenzo Vigas'ın Desde Alla'sı (Uzaktan) neresinden bakarsanız bakın ilginç bir film. Orta yaşlı bir adamın genç bir oğlanı adım adım baştan çıkardığı, duyguların bir noktadan sonra değişkenlik gösterdiği film mütevazi dokusunun ardında insanevladının derin dehlizlerine davet ediyor izleyicisini. Rollerin değişimi Joseph Losey başyapıtı The Servant'ı da akla getiriyor sanki. Yönetmenin ilk filmi olmasına karşılık merak duygusunu bir an olsun kaybettirmeden adeta ölçülmüş biçilmiş hissi veren senaryosuyla sürpriz sayılabilecek finali de içine katarak belli bir bütünü tamamlıyor. Yıldız: * * * Diğer ilk filmiyle Filmekimi'ne konuk olan Nemes Laszlo'nun filmi Saul'un Oğlu içinse aynı yorumu yapmak zor. Yahudi toplama kampında ölüme gönderilen bir çocuğu gömmek isteyen bir adamın çabasını biçemsel numaraların ardında içerik-senaryo denklemiyle bütünleştiremeyince yavan bir film çıkmış ortaya. Belki de Cannes'da son yıllarda tonla övgü ve de ödül alıp (Grand Prix ve Fipresci) bende en derin hayal kırıklığı yaratan film Saul'un Oğlu'dur. Yıldız: *

Todd Haynes, Carol adlı filmiyle Cannes'da kendinden epeyce söz etmişti. Belki de Anglo-Sakson, Anglo-Amerikan tarafgirliğinden ibaretmiş bu kadar patırtı koparması. Yönetmen, 1950'lerin ABD'sinde geçen hikayede orta yaşlı, varlıklı, burjuva yaşantısının muhafazakar ahlak kafesine sıkışmış bir kadının noel eşyaları satan dükkanda tanıştığı genç bir kadınla yaşadığı aşkı anlatırken yalın, hatta belli ölçüde şiirsel ama son derece klasik bir anlatıma başvurmuş. Çokça bakışların bazen de sözlerin bir şeyler anlattığı, pastoral görüntülerin ardında yerinde bir müzik kullanımıyla da belli bir etkileyicilik yakalayan film anlattığı yıllarında de etkisiyle olacak ki 1960'ların sonunda gündeme gelecek Yeni-Holywood filmlerinin atmosferine yaklaşıyor. Carol baştan sona kendini gayet zevkle izletse de dokunduğu heteroseksist tutuculuğu ne yazık ki derinleştiremiyor. Düz, sığ ama ele aldığı konu başta olmak üzere bazı açılardan yine de kaydadeğer bir film olarak akıllarda yer edeceğe benziyor... 
Yıldız: * * * 

BFI'dan Geoff Andrew'in 2002 yapımı Oğul Odası'ndan sonraki en iyi filmi dediği Mia Madre (Annem) ile Nanni Moretti en kişisel filmlerinden birine imza atmış, onun alter egosu denebilecek toplumsal filmler çeken kadın yönetmenin işi ve hasta annesiyle yaşadığı gerilimleri konu etmiş. Ancak pek çok insanın yaşayabileceği gündeliğin ağırlığı ötesine filmi götüremeyen tam olarak yoğunlaşacağı kanalı, vurucu odağı bir türlü bulamamış bir film. Yönetmenin bir önceki filmi Habemus Papam'ın böyle bir sorunu yoktu mesela. Papalık kurumuydu eleştiri-mizah konusu, netti. Annem'de güldüren anlar da yok değil ama kesinlikle doyurmuyor, doyurmuyor. Yıldız: * *