19 Eylül 2015 Cumartesi

Eleştirmenlerimizin Cannes'a 'Fransız' Kalışı ve Sicario

Yılın ilk Cannes menşeli filmi, Dennis Villeneuve'ün Sicario'su bu hafta vizyona girdi. Allahım Villeneuve'ün en iyisi diyenler mi, dört dörtlük sinema diyenler mi, zımba gibi film diyenler mi ne ararsınız hepsi mevcut. Toplumun dört bir tarafı yoz ise, eleştiri kurumunun, bambaşka şeyler söylemesini bekleme hakkımız var mı? Bu yozluk onları da bir biçimde kapsamaz mı? Elbette (önemli bir kısmının hakkını yemeyelim) hepsini kapsamasa da eğilim bu yozlaşmışlığın tarafında. İlginç gelen bazı eleştirmenlerin filmin Cannes'da aldığı olumsuz tepkilere de şaşırmaları. Efendim Cannes'da nasıl beğenilmezmiş, siz Cannes'daki yorumlara aldırmayınmış, karşımızda büyük bir film varmış. Bir kere ülkemizin eleştirmen güruhunun çoğu Cannes'a adım bile atmıyor, bir şekilde takip etseler bile Cannes'ın nasıl bir dinamiğe sahip olduğunu cidden bilmiyorlar. Cannes'da yarışma filmlerini izlemeye giden ve birkaç gün sonra hangi filmin ne ödül alacağını yazması gereken şahıs, filmin 8 ay sonra gündeme gelecek Oscar'daki şansını yazmaya kalkıyor. Pes ! Cannes popülizmin çok türlüsünü (Hollywood yıldızları, skandallar, partiler, market bölümü, hatta kırmızı halı..) etkili şekilde kullanan, bu açıdan popülist yaklaşımlara sahip filmleri az da olsa yarışmaya da dahil eden ama bunları kolay kolay onurlandırmayan, cesur kararlara imza atan, sanat sinemasından uzak gördüklerini de haliyle pek beğenmeyen, ciddi, sinefil, elit (her ne diyorsanız) bir ortam. Bu yönünü özenle korumaya çalışıyor. Cannes'ı Cannes yapan, (dünyanın 1 numaralı film festivali) vizyona girdiğinde ticari sinemanın düzeyli örneği olarak rahatlıkla görülecek filmleri yarışmaya alsa bile tabiri caizse yerin dibine sokan bir yer olması. Inglorous Basterds, Killing Them Softly hatta Drive, kimi Clint Eastwood filmleri bile benzer akıbete uğramadı mı? O yüzden Sicario'nun da Cannes'da ağırlıklı olarak olumsuz eleştiriler almış olmasına şaşırmayın, hatta sevgili eleştirmenler şunu deyin: Bu filmin Cannes'da 'resmi seçki'de ne işi var olmasa da olurmuş. Ama yazının başında belirttiğim gibi Cannes'ın da bazı denge problemleri yaşadığı ve yıllardır diplomasinin kurallarıyla en zor koşullar altında (onu para/değişim değeri olarak düşünün) özünü incitmeden en az tavizle hedefe ulaştığını görürsek taşlar yerine oturur. 

Tekrar Villeneuve'ün Sicario'suna dönersek de düpedüz ana akım bir film bu, kan gövdeyi götürüyor, aksiyonu yüksek, orta bölümde tempo düşse de zor da olsa kendini izlettiriyor, hukukun olmadığı yerde hukuksuzluğu başka hukuksuzluklarla çözmek mubah görülüyor. Benicio Del Toro'nun canlandırdığı karakterin Emily Blunt'a dediği gibi burası kurtlar sofrası oldu, sen böyle biri değilsin yerler seni... Meksika'nın uyuşturucu kartellerinden intikam almak için Kolombiya karteliyle çalışan rövanşist bir FBI ajanını canlandırıyor Del Toro. Bunun yanında filmin belki de yaratıcı özelliğe sahip tek parçası, Meksika'daki pisliğin içine batmış (belli ki istemeden) polis memuru ve onun oğluyla silahların uzağında futbolla kurdukları ilişki (artık ne kadar mümkünse). 

Bir yazıda Latin Amerika'da futbolun bir kaçış olarak görülse bile uyuşturucu kartelleri ve silahın gölgesinden çıkamayan bir etkinlik olduğu güzelce dile getirilmiş. Futbolcu Escobar'ın ülkesi Kolombiya'da başına gelenleri unuttuk mu? Ama buna dair birşeyler söylemiyor bize film, yazı bizlerin bunları biliyor varsaymamız gerektiğini savunuyor adeta. Bunları bilmek zorunda değiliz ! Eğer bir film zengin bir film olduğunu iddia ediyorsa daha fazla bilgi vermeli bize. O bilgiyi zorlayıcı şekillerde de sunabilir ama bir şekilde sunacak. Sonuçta az da olsa, özellikle finale doğru kayda değer anlar yaşatsa da dünyanın yaşadığı çıkmazı bir kez daha göstermekten hatta insanların kötü olmaktan başka şansı neredeyse yok demek dışında hiçbir şey yapmıyor Sicario. 

Yönetmeni ben 4 yıl kadar önce Oscar adayı da olan Incendies (İçimdeki Yangın) ile tanımıştım, o da en az bu kadar ana akım bir işti ancak senaryosundaki can alıcı sürpriz ile biraz daha çok sevmiştim. 

Meksika kartelleri ve masumiyetin yok oluşu bu karteller ve devlet ilişkisi üzerine daha incelikli bir film izlemek isteyenlere de 2 yıl önce yine Cannes'da yarışan Amat Escalante'nin yönetmenliğini gerçekleştirdiği Heli'yi önererek yazımı bitireyim.

Yıldız: *