6 Ekim 2014 Pazartesi

Oscar ve Kış Uykusu

Bu sene Oscar yarışında daha bir heyecanlıyız sanki. Kış Uykusu'nun beklenen ''aday adayı adaylığı'' hemen televizyonları, gazeteleri, sosyal medyayı hareketlendirmişti. Adeta filmi Oscar adayı sananlar bile çıktı. Oysa henüz Türkiye'nin adayıydı, o kadar. Zaten beklenen, olması gereken bir adaylıktı bu. Bu kez erken açıklandı, daha önceki yıllara nazaran, seçiciler önlerindeki haftalarda bu çapta başka bir filmin çevrilemeyeceğini tahmin etmiş olmalılar ki, gecikmeden kararlarını verdiler. Gelelim Kış Uykusu'nun Oscar'daki şansına. Nuri Bilge Ceylan'ın Üç Maymun'u ilk 9'luk listeye girip, bir ilki yaşatmış (gerçek anlamda aday adayı olmuş) daha sonrasını görememişti. Bir Zamanlar Anadolu'da onu da göremedi. Gerçi bir yetkili o dönem Radikal'e verdiği röportajda 1 film daha listeye alsak Bir Zamanlar Anadolu'da olurdu demişliği de vardır.http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/20026267.asp Kış Uykusu'na gelince, filmden çıktıktan hemen sonra yazdığım yazıda da belirtmeye çalıştığım gibi Ceylan'ın en tempolu filmi, konvansiyonel sinema ölçüsünde olmasa da. Bu durum yer yer kurgudan kaynaklandığı gibi çoğu yerde diyalog yoğunluğundan da kaynaklanıyor. Yönetmenin izleyiciye verdiği zaman boşlukları daha bir az. Bu durum da ''su gibi akıp geçti'' gibi ifadelerde zaten yeterince karşılığını buldu. Bu yönüyle filmin Oscar'da ilerleyebileceği düşünülebilir belki ama yine de o kadar da emin olmamak lazım. Altın Palmiye kazanmış olması zaten çok yabancısı olmadıkları bir yönetmenin filmini daha dikkatli izlemelerini de sağlayabilir Akademi'nin, ancak bu ödülü alan filmlerin Yabancı Film Oscarı'nda fazla şansının olmadığı gibi bir istatistik de önümüzde duruyor. Ben Oscar'ın bu kategoride son yıllardaki eğilimi ve İngilizce yayınlanmış bir kitabın imledikleri ölçüsünde bakmak istiyorum. PR çalışmaları, yapım şirketlerinin etkisi, stratejiler, başka hesaplar vs. benim anladığım konular değil nasıl olsa.

Aslında 3 yıl öncesine kadar Yabancı Film Dalı'nda da ağır melodramlar, Hollywood'un büyük anlatı kalıplarına sıkışmış filmler ödüllendiriliyordu. Sırasıyla 2006'dan 2011'e kadar bu ödülü alan filmlere bakalım: Başkalarının Hayatı, Kalpazanlar, Gidişler, Gözlerindeki Sır, Daha İyi Bir Dünya'da nitelikli ticari sinema ürünlerinden öte bir anlam taşımıyordu, ve büyük festivallerde onurlandırılamıyorlardı haliyle, yarışamıyorlardı bile. Eleştirmenler Oscar alana kadar bunların bir kısmından habersizdi. Ntv'nin bir zamanlar meşhur Oscar gecelerinden birinde Mehmet Açar aday filmler arasında bir tek Gidişler'i izlemediğini söylüyor, o da ödülü kucaklıyıveriyordu. Bir sonraki yıl Beyaz Bant mı Bir Kahin mi derken bir Arjantin polisiye-melodram kırması aradan sıyrılıveriyordu. Ama 2011 yılında İran'dan yönetmenin bir sonraki filmine nazaran ana akım sinemaya biraz daha uzak, İtalyan Yeni Gerçekçiliği tadındaki Bir Ayrılık bu kategoride Bisiklet Hırsızları'ndan sonraki (62 yıl) en doğru kararlardan biri olarak tarihe not düşülüyordu. Bir yıl sonra Haneke de Beyaz Bant ile alamadığı ödülü bu kez Aşk ile alıyordu. Film melodramın kodlarına yaklaşır gibi dursa da asla tuzaklarına düşmüyordu. Bir yanıyla bu ödül geçen yılki eğilimin devamı olarak okunabilecek iken, bir eleştirmen tarafından Haneke'nin bu filmi Oscar almak için çektiği inatla dile getiriliyordu. O eleştirmene twitter'da bunu sorduğumda, Beyaz Bant'ın daha grift senaryosu ve yaşananları içselleştirmemize olanak sağlamasına oranla Aşk'ın daha basit, anlaşılması kolay bir senaryoya sahip olduğu ve hepimizin belli özdeşimler kurabileceğine yakın cevaplar aldım, kısmen doğru olabilirdi ama Aşk'ın katıksız minimalizmden taviz vermeyen şiirsel yapısı ana akım sinemayla da epey bir tezat oluşturuyordu kuşkusuz. Bu iki filmin Oscar'ın bu kategorideki eğilimini başka bir tarafa çektiği aşikar, Aşk'ın Beyaz Bant'a oranla Cannes izleyicisinden daha olumlu tepkiler aldığı da ortada tabii, izleyicisi diyorum dikkatinizi çekerse; jüri, yazar değil daha bir halktan bahsediyorum. İlk etaptan itibaren daha çok insanı içine almaya başlayanın daha bir Oscarlık film olduğu yorumuna kapı açabilir belli oranda bu tespit de. Peki Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu'ya nazaran Kış Uykusu'nun Cannes izleyicisinden daha olumlu tepkiler aldığı söylenebilir mi? Tepkiler arasında pek bir fark göremedim ben, daha çok seven de daha az seven de hemen hemen aynı gibiydi, mesela Türkiye'de Bir Zamanlar Anadolu'da'nın daha olumlu tepkiler aldığı söylenebilir. Kış Uykusu da güzel ama bir BZA değil diyen az mı çıktı? DVD'si temin edildikten sonra Kış Uykusu'nun hakkını vermemişiz diyenler çıkacaktır, çıkmalıdır.

Şayet Kış Uykusu'nun ödül alabileceği konusunda umutlanacaksak, özellikle geçen yıl ödülü kazanan Muhteşem Güzellik sayesinde umutlanmalıyız diyorum. Derinliği, eklektik yapısı, senaryosunun Hollywood reçetelerinin uzağına düşen amiyane tabirle konusuzluğuna rağmen Oscar alabildi. Cannes'da bile Akademi kafasındaki Spielberg'in kafasını değiştirmeyip filmi göremediğine şaşırmayanlar çıkarken Akademi'nin çoğunluğunun oyunu alması ilgi çekiciydi.
Muhteşem Güzellik'in dikkatimi çeken bir tarafı vardı: bir kaç kez daha izleme isteği uyandırması. Bunda kuşkusuz kimilerinin sevdim ama bir gıcıklığı da var bu filmin demelerine neden olan taraflarının payı yüksek. Filmde bazı sahneler apar topar geçiyor, kafadaki boşluklar o gıcıklığı yaratıyordu. Örneğin Pep'in sevgilisi olan striptizci kadının ne zaman öldüğü, niye öldüğü hatta ölüp ölmediğini ilk izleyişte kaç kişi anlamıştır? Sayıları pek olmasa gerek çünkü film bazı sahnelerdeki ivediliği, anlaşılmak istemez tavrıyla bunu zora sokuyordu. Bir kaç kez aynı sahnelere bakınca o gıcıklık durumu da ortadan kalkıyordu, sanıyorum ki değerini daha da artıyordu. Kış Uykusu da en az iki kez izlendikten sonra değeri daha da artan bir film. Muhteşem Güzellik'teki kadar alelacele durumlar söz konusu olmasa da detaylarıyla büyüyen bir film Kış Uykusu, bu blogta 9 Temmuz'da genişçe ele almaya çalıştım bu konuyu. Aydın Bey'in odasında özenle kenarlara itilmiş Türkçe afişler ya da imamla görüştükten sonra ortadan kaldırdığı kendi oyunun afişi bir Hitchcock filmindeymiş hissiyatı yaratmıyor mu? Ancak anlaşılan o ki yazılanlara baktığımızda ilk izlemede bunu gören pek yok gibi. İşte belki de Oscar şansı burada yatıyor çünkü Akademi üyeleri 1 kez izlemek zorunda değiller filmi, Akademi üyeleri evlerinde videodan filmleri izleme lüksüne sahipler ve diledikleri kadar geriye sarabilirler filmi. En azından Yabancı Film kategorisi gibi popülaritesi daha düşük dallarda filmi sinemada izleme gibi bir zorunluluk tutulmuyor ki daha çok üye izleyebilsin daha çok filmi. Ana dallarda da bir süre öncesine kadar böyle bir zorunluluk olmadığını biliyoruz, bu açıdan Barbara Klinger'in 1999 ödüllerine kitabında değinişi dikkat çekici.(Beyond The Multiplex: Cinema, New Teknologies, and The Home, University of California Press, 2006) O yılın açık favorisi Er Ryan'ı Kurtarmak iken En İyi Film Ödülü'nün Aşık Şekspir'e gitmesi. Yazar kitabında bunun nedenlerini tartışırken filmlerin ev ortamında izlendiğini Er Ryan'ı Kurtarmak gibi epiğin ev ortamına çok da uygun olmadığını, oysa Aşık Şekspir'in tam da ev ortamında değer kazanacağı sonucuna varır. Bende benzer duyguyu sinemada görsem sonuna kadar tahammül edemeyeceğim, ama evde ışıklar altında, dikkat dağıtıcı çokça faktörün içinde bakmaktan zevk aldığım (sinemasal haz değil elbet) dizilerde yaşıyorum. Sinemada hayran kaldığım filmleri ise ev ortamında izlemek istemiyorum örneğin. Bence Kış Uykusu'nun başarısını ev ortamında izlenmesinin değişkenleri de etkileyecek, o değişkenlerin en azından bir açıdan olumlu olduğu da açık... Ayrıca Oscar'dan önce verilecek Avrupa Film Ödüllerinde de Kış Uykusu'nun ödül(ler) alabileceğini düşünüyorum. Altın Küre'de de bir adaylık gelebilir. Buralardaki başarılar da Akademi üyelerinin filme yönelik dikkatini iyice artıracaktır, Kış Uykusu'na hakettiği değerin verilmesi de zaten dikkatli bakmaktan (daha doğrusu görmekten) geçiyor. http://www.yenisafak.com.tr/kultur-sanat/oscar-icin-oy-kullananlara-dvd-surprizi-518088