29 Mayıs 2014 Perşembe

Favori Kazandı...


Ve umulan, arzulanan oldu. 32 yıl sonra Altın Palmiye, Nuri Bilge Ceylan sayesinde Türkiye'ye geldi. Gerçi ödülü almasaydı da neredeyse her filmi sinemamızın en iyilerinden olan yönetmenin kariyerine ve filme dair okuduklarıma dayanarak en az diğer filmleri gibi hayranlıkla izleyeceğimden emindim. Ama ödül gecesi Şampiyonlar Ligi Finali'nde tuttuğu takımın penaltı atışlarını izleyen bir futbol fanatiğinden adeta farksızdım. Hele ki sıra Palmiye'ye geldiğinde ister istemez heyecan doruğa çıktı. Bir de ana jüri filmi onaylasın istiyorsunuz öyle ya da böyle, istiyorsunuz işte... Bu noktada iki sitemimi de belirtmem gerek, birincisi Türkiye'de Ntv'nin her yıl canlı yayınladığı bu töreni yayınlamamasına, diğeriyse Fransa'nın Canal + kanalına. Ödül açıklanırken internet yayınlarını kestiler, nedenini tam olarak bilmiyorum. Ben yayın geri gelir mi diye beklerken twitter'da zafer çığlıkları atılmaya başlamıştı bile. Sonuçta başta süresi ve yoğun diyaloglarının yoruculuğu (yani altyazı okuma sorunu, neyseki öyle bir derdimiz yok) gibi nedenlerle beğenmeyenlerin de çeşitli yazılarının olması, ödülü alabileceği konusunda tereddütlere az da olsa düşürmüştü. Ama ilk gösterimden itibaren ödülü alma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu da düşünüyordum, çünkü bir film senaryo, mizansen ve oyunculuk vasıflarından özellikle biriyle değil, tümüyle ön plana çıkıyorsa, ve bu ödüllerden hangisini alsa yakışır deniyorsa o film çokça Altın Palmiye alır, sezgilerim beni yanıltmadı ve ödül geldi... Fransa'da 13 Ağustos'da sorti yapacak filmin Türkiye'de sonbaharda gösterileceği tahmin ediliyor. Yani oldukça uzun bir süre var filmi görmemize, ben de bu arada festivalde yabancı basın (Britanya) tarafından kaleme alınan bir eleştiriyi sizlerle paylaşmak istedim.



Dan Fainaru

Nuri Bilge Ceylan'ın Kış Uykusu'na dair ilgili akla ilk gelen; çok katmanlı, genişleyen, zengince tasarlanmış olarak ifade edilmesi. Festivalin öncesinde veya sonrasında başka bir filmin asla göremeyeceği bir finale ulaşması... Ceylan şayet mutlu zamanları tutup çıkarsa ve gösterse; uzunluğun ve onu zorlayan her şeyin önemi kalmazdı. İzleyici de yılın ödül alma başarısı göstermiş bir filminden çok daha fazla takdiri göstermesi lazım bu filme. Şüphesiz ki her festival, sanat sinemasına özsaygısı olanlar Kış Uykusu'nu programlarına dahil edecekler... Filme başyapıt kelimesinin ötesinde bakmak yanlış olur. Derindeki duyguları keşfeden, güçlü bir biçimde hem Türk toplumunu gözlemleyen hem de bunu yaparken dünyanın herhangi bir yerinde de kolayca yaşanabilecekleri gösteren bir film.

Parmak ısırtan Kapadokya'nın vahşi doğallığında, onun ortasındaki küçük otel ve çevresindeki yoksullar hakkında film. Eğer birine çağrı yapılırsa:  geniş, özenle hazırlanmış konuşmalar da başlatıyor öyküyü -odak noktası üç ana karakter arasındaki ilişkiler-.

Aydın (Bilginer) çevredeki en büyük arazi kendine miras kalmış, orta yaşlı eski bir oyuncu. Kendini bir düşünür olarak görüyor, Türk tiyatro tarihini yazmak onun bir projesi. O entelektüel aktivitelere gömülmüş gibi, bilinmeyen bir dergiye fikir yazıları yazıyor. Mülkünün yönetiminin yetkisini asistanı Hidayet 'e (Pekcan) vermiş. Ufak tefek işlere bakması ve kendisini kirli ellerden korumasını bekliyor.

Necla (Akbağ) kocasından boşanmış, keskin, sert dilli bir kadın ve Aydın'ı rahatsız edip eleştirip duruyor. Nihal (Sözen) ise Aydın'ın çok genç karısı, varoluşunun boşluğunu toplumsal işlerle doldurmaya çalışıyor. Kocası tarafından onaylanmıyor çünkü kocası, dışlandığını hissediyor.

Filmin adı gibi her şey kışın oluyor. Yargılamalar için yeterli iklim zaten kurulmuş, karakterler zamanlarının çoğunu içeride geçiriyolar. Yavaş yavaş yükselen çatışmalar en sonunda her yönden bir inflaka sebep oluyor.

Dokunulmayan hiç bir şey kalmıyor,  etiğin uygulanabilirliğinden tutun da karakterler kendi toplumsal sorumluluklarına karşı kötü bir şekilde yorumda bulunuyorlar, umursamaz bir yapıda ve daha az ayrıcalıklı sınıflarla uzlaşamamalarından bahsedemeyen biçimde...

İlk bölümde Aydın ablası ve kardeşiyle geçerken ilerleyen süreçte karakterler artıyor. Fikirlerinin ortaya çıkması için içme ihtiyacı duyan, Levent (Sarıbacak), patronunu mutlu tutmayı niyetleyen İmam Hamdi (Kılıç) ve içgülerinden daha güçlü olan iradesiyle gurur duyan Hamdi'nin öfkeli kardeşi İsmail (İşler).

Eğer altyazı çevirisi güvenli ise, bol diyalog ustaca tansiyonun yükselip tekrar alçalmasını sağlıyor. Aydın ve kız kardeşi için için yanıyor ve kısık sesle konuşuyorlar, Aydın'ın etken-edilgen taktiklerine karşı yıkılmamak için direnen Nihal, veya üç çakırkeyf adamın arasında geçen, mahçup olmalarına neden olacak Çehovyen muhabbetler... Ceylan'ın oyuncu performanslarının duygusu-duyarlığı Bergman'ın bile takdir edebileceği ölçüde. Gökhan Tiryaki'nin kamera çalışması Kapadokya olarak belirlenen çekim mekanında sessizliği  kayıt altına güzelce alırken, doğanın eliyle oluşturduğu büyük dağ kayaları insanın nefesini kesiyor. 

Eğer biri ahlak üzerine bir film izlemeyi özlediyse filmin erken sekanslarında yakalanan ata ne olduğunu, Aydın'ın talebiyle ehlileştirilmesini film bitmeden izlesin. 

Yazının aslına ulaşmak için: http://issuu.com/mb-insight/docs/001_screen_day5?e=9535811/7897681   




24 Mayıs 2014 Cumartesi

32 Yıllık Hasret Sona Erecek mi?


Ceylan favori ama Sissako, Zvyagintsev ve Dardenne'ler de var...

Avrupa Parlamentosu seçimleri nedeniyle pazardan cumartesiye kaydırılan Cannes Film Festivali ödül töreninde Türkiye'yi ilgilendiren soru kuşkusuz Altın Palmiye'nin Kış Uykusu'na verilip verilmeyeceği...Nuri Bilge Ceylan bundan önce ana yarışmaya katıldığı 4 filmiyle de ciddi ödüller almış, dünya sinemasındaki yerini tescillemişti. Artık koleksiyonundaki eksik parçayı tamamlamak kaldı.

Her yıl olduğu gibi bu yılda yerli-yabancı olabildiğince eleştiri okudum, kimi yayın organlarının meşhur yıldız tablolarını (Screen, Lafilmfrançais, Filmneweurope gibi) günbegün takip ettim. Edindiğim ağırlıklı izlenim Ceylan'ın önceki filmlerinin üzerine koyduğu, sınırında gezindiği, ama filmlerine bir türlü kondurulamayan 'başyapıt' ifadesinin daha cüretkarca söylenebilmesi. Örneğin yerli basında en ufak bir çatlak ses henüz görmedim. Elbette önceki filmleri de çok ciddi ölçüde beğeniliyordu. Ancak minör şüpheleri de içinde barındırıyordu. Örneğin Bir Zamanlar Anadolu'da Ceylan'ın eskisine nazaran daha yoğun diyalog kullanımıyla dikkat çektiğinden, yönetmenin filmin senaryo yönüne daha fazla önem verdiğini muştuluyordu. Ancak, filmin içinde 3 hatta 4 öykü (dolayısıyla film) olduğu ve bunların havada kaldığı da ifade edilebilirdi (nitekim ediliyordu). Kış Uykusu'nun öngörümce en büyük başarısı Ceylan'ın olay örgüsü+diyalog üzerinden ifade edilecek senaryo çalışmasındaki kendi doruğuna ulaşması çünkü Üç Maymun'da olay örgüsü tam kıvamında, diyaloglar ise yine de azdı. Bir Zamanlar Anadolu'da da durum tersine dönmüştü. 'Son derece güçlü' addedilebilecek bir senaryonun hep bir ayağı eksik kalıyor gibiydi. Kış Uykusu'nun sanırım ki önceki Ceylan filmlerine artısı senaryo olacak. Çehov, Dostoyevski, Shakespeare, Voltaire'den beslenen tiyatro-vari stilin ise usta tiyatrocularla filmin başrolünde tiyatrocuyu canlandıran birini anlatması bence özellikle düşünülmüş, tasarlanmış. 
Ceylan Üç Maymun ile Mizansen Ödülü alırken, Senaryo Ödülü kazanan, daha sonra Grand Prix'yi (Büyük Ödül) kardeş payı yapan Dardenne'ler de yine kendi standartlarının altına inmeyen en yüksek bütçeli filmleri İki Gün Bir Gece ile gelmişler şenliğe. Başrolde sadece duru güzelliğiyle değil oyun kabiliyetiyle büyülen Marion Cotillard var. 2 yıl önce Jacques Audiard'ın Pas ve Kemik'inde hak ettiği ödülü alamayan yıldız umarım bu sefer kariyerinde henüz olmayan Palmiye'ye ulaşır. Bu ödül aynı zamanda Dardenne'lerin 3. Altın Palmiye'den mahrum olması anlamına da gelecek, çünkü Altın Palmiye, Büyük Ödül veya Mizansen Ödülü kazanan filme en az 5 yıldır başka bir ödül verilmeme gibi bir kural olduğunu biliyorum. Abderrahmane Sissakko'nun filmi Timbuktu'nun ise yakın zamanda yaşanmış Afrika'daki İslamcı terörü son derece başarılı şekilde perdeye taşıdığı söyleniyor. Aklıma hemen 2010'da Xavier Beauvois'nın Tanrılar ve İnsanları geliyor. Son yılların en zayıf seçkisinin bana göre en iyi filmiydi, kuşkusuz bunda yönetmenlik maharetlerinin de önüne geçen yaşanmışlığın yıkıcılığı da vardı. Sissako'nun filmi de benzer bir etki yaratabilir üstelik pek film çıkarmayan bir kıtadan geldiği düşünülürse olasılıkla bir ödül alacaktır. Belki de 2.lik yerine geçen  Büyük Ödülü...Bu ödülü alması muhtemel diğer bir isim de Venedik'de Altın Aslan aldığı Dönüş filminden beri dönüşünü (sinemasal anlamda) beklediğimiz Andrei Zvyagintsev, umarım Leviathan o çapta bir filmdir ve ödül listesinde kendine iyi bir yer bulur. Oldukça beğenilen ve bunun son filmi olacağı söylenen Ken Loach'un da bir ödülle ayrılması sürpriz olmayacaktır. Godard'ın ise Yaşamboyu Onur Ödülü gibi istisnai bir ödülle onurlandırılabileceğini düşünüyorum, gerçi onu almaya da gelmeyecek. Beğenenleri olduğu kadar tatmin olmayanları olan Naomi Kawase'nin Durgun Bir Su'yu da Mizansen gibi bir ödülle ayrılabilir. Filmin şiirselliğine çarpılanlarının yanı sıra jürideki kadın dominasyonunu düşündüğümde Kawase'yi de ödülsüz göndermeyecektir. Alice Rohrwatcher'in Mucizeler'i, Damian Szifron'un Vahşi Öyküler'i ve Xavier Dolan'ın Anne'sinden en az biri (belki birkaçı) Mizansen veya Jüri Ödülü ile dönebilir. Bu grup içinde Xavier Dolan'ın ödül alma ihtimali en güçlü isim olduğunu da belirteyim. Ayrıca Amerikan Sineması'nın seçkideki en iyi örneği gibi duran Benneth Miller'ın Tilki Avcısı'na bir ödül çıkar mı bilemiyorum. Festivalde ikincil ödüllerden birini alması muhtemel diğer bir film ise Mike Leigh'nin Mr.Turner'ı. Anglo kültürden gelen bir dönem filmi olması aklıma Jüri Başkanı Jane Campion'un bu minvaldeki Piano ve Parlak Yıldız'ını getirdi, böyle bir akrabalık da artı bir sempati getirir mi kestirmek zor, eğer öyle olursa ödülsüz gitmesi zor gibi duruyor. Her ne kadar Britanyalılar'ın ağırlıkta olduğu Screen'in tablosunda 1.sırada olsa da, filmin gerçek sırasının biraz daha geride olduğunu düşünüyorum. Unutmayalım ki bir önceki filmi Başka Bir Yıl da birinciydi ama eli boş dönmüş ama ülkemizde övgülere boğulmuştu. Topluca bakıldığında kimi yönden beğenilen bazı filmlerin de dışarıda kalacağı her zamanki gibi malum. Son olarak, tekrar Ceylan'a dönersek; Kış Uykusu'nun yönetmenin en olgun, en iyi filmi olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Şayet Altın Palmiye'yi alamazsa daha önce hiç almadığı Senaryo Ödülü'nü alması yüksek ihtimal, bir kez daha Büyük Ödül veya Mizansen almasını pek beklemiyorum. Vurgulanması gereken bir noktada şu: Festival seçici-yöneticilerin ödüllerin dağıtımına bir müdahaleleri var mı? Elbette yok, 9 kişiden oluşan jüri kendi kararını özgürce veren ama otonom bir yapı olarak tanımlanabilir. En nihayetinde o jüriyi dilediği gibi oluşturan bir kurul var ve bazı yıllar Amerikan (hatta açıkça Hollywood) ağırlığı, bazense bu yıl olduğu gibi Dünya Sineması'nın farklı renklerini vurgulamaları pek de tesadüf olmasa gerek. Bu yılın Amerikalısı Sofia Coppola'nın bile Avrupai bir stile sahip olması Ceylan için artı bir şans bana göre, bilmem yanlış mı düşünüyorum?                                       
Ödüller özellikle film ekipleri açısından önemli, bizler için de takip etmesi ne kadar heyecanlı ve zevkli olursa olsun, bir sinefil için en önemlisi filmin alabildiğine güzel olması hele bu film bir de sineması pek de güçlü olmayan kendi ülkesinden geliyorsa... Asıl mesele bu işte.

*Filmlerin hiçbirini izlemediğimi özellikle vurgulamak isterim, yargılarımı beğenilerine güvendiğim çokça uyuştuğum, eğilimlerini az çok bildiğim insanların izlenimlerinden ve Cannes'ı biraz tanımamdan çıkardım. Filmleri izledikten sonra yargılarımda bir takım değişiklikler olması muhtemel, o zaman kim hangi ödülü almalıydı cümlesini daha net kullanacağım.

**Kış Uykusu'nun Fipresci'yi kazanmasının buradaki ödülleri etkilemeyeceğini söylemem lazım. İkisi de birbirinden bağımsız jüriler. Fipresci'yi alan filmlerin hiçbir ödül almadığı yıllara bakarak Kış Uykusu'nun ödül şansının kalmadığı gibi absürt yorumların gerçeği yansıtmadığını, son 5 yılda Fipresci alan filmlerden 2 tanesinin (Beyaz Bant ve Mavi En Sıcak Renktir) Altın Palmiye, birinin ise (Turne) Mizansen ile yollandığını hatırlayalım.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Cannes 2014: Bir Programcının Planı*

BFI Southbank'ın usta programcısı Geoff Andrew; Dardenne Kardeşler, Mike Leigh ve Nuri Bilge Ceylan'ın içinde bulunduğu iştah kabartan bir Cannes programının karşımızda olduğunu söylüyor.

Geoff Andrew

Geçen yıl en prestijli film festivali olan Cannes'ı yazarken filmlere üç farklı insan gözüyle baktığımı söyleyebilirim. Bir sinefil, bir eleştirmen ve bir programcı olarak. Elbette hepsi tek bir insandı ama yine de aralarında az da olsa farklar olduğunu söylemek mümkün. Sinefil şöyle umut eder: (bir miktar gerçekçi olmasa da itiraf etmeliyim) Her film harikulade çıkacaktır. Bir eleştirmen az, çok farklı  bakar. Filmler hakkında yazacağı ilginç şeyleri dört gözle bekler. Bir programcıysa beyazperde de gösterilmesinin ne kadar uygun olduğuna bakar. Bu başka bir film festivali ve bir film gösterimi olabilir.

Cannes sinefiller için muazzam bir yer çünkü o ısrarcı şekilde yılın en iyi filmlerinin önemli bir kısmını ilk kez görücüye çıkarmak için çabalıyor. Bir eleştirmen ve programcı için de öyle, sinema dünyasında ne olup bittiğine dair iyi bir gösterge sunuyor. -en azından ana akıma biraz daha uzak sinemalar için-

Festivale dair bir takım şikayetler arasında büyük isimlerin -Coen Kardeşler, David Cronenberg, Abbas Kiyarüstemi, Michael Haneke ve Dardenne'ler gibi- emin biçimde resmi yarışmada yer almaları dikkat çekiyor. Benim buradaki cevabımsa, eğer bu yönetmenler daima yüksek standartlarda film üretebiliyorlarsa neden yarışmada olmasın? Ayrıca pek ünlü olmayan yönetmenlerin yarışmadaki çokluğu da vurgulanmalı. Resmi seçkide kendine yer bulamayanlar da Yönetmenlerin On Beş Günü ve Eleştirmen Haftası'nda gösterilse de bahsi geçmiyor. Belirli Bir Bakış'da kendilerine yer bulabilenlerin ise ancak birkaç tanesi adil şekilde kendinden söz ettirebiliyor.

Bu yüzden programcı ve eleştirmen için yeni yetenekleri keşfetmek güzel bir şans.  Örneğin bu yıl yarışmada iki film var: Alice Rohwacher'in  The Wonders ve Damian Szifron'un Wild Tales. Diğer seçkilerde tanımadığım yönetmen sayısı daha da fazla.

Ve gelelim festivalin bu yılki tanıdık yüzlerine: Britanya'dan Mike Leigh'nin Mr. Turner merakla bekleniyor. Timmothy Spall bir ressam olarak karşımıza çıkacak.  Ken Loach'un son filmi Jimmy's Hall ise 1930'ların İrlanda kırsalında geçiyor. Jean Luc Godard'ın  Goodbye to Language kulağa karakteristik biçimde gizemli geliyor. Oysa Michel Hazanavicius'un Çeçenistan'da geçen filmi onun Cannes'ı vuran The Artist 'i gibi olmayacağını duyumsatıyor.

Oliver Asayas'ın Cloud of Sils Maria ise Juliette Binoche, Kristen Stewart,  Chloe Grace Moretz, Hanns Zichler, Angela Winkler ve Brady Corbet'den oluşan ilgi çekici bir oyuncu kadrosuna sahip. Bernard Bonello'nun Saint Lauren'i ise Léa Seydoux, Gaspar Ulliel, Louis Garrel, Valeri Bruni-Tedeschi, Helmut Berger, Dominque Sanda ve Brady Corbet'den oluşan bir oyuncu kadrosuna sahip.

Festival'in Kanadalı gediklileri David Cronenberg ve Atom Egoyan, Maps Stars ve The Captives ile katılıyor. Hemşehrileri 25 yaşındaki Xavier Dolan ise ilk yarışacağı Altın Palmiye'ye Mommy ile katılıyor. Yakın yıllarda (2007)** The Mourning Forest ile Grand Prix kazandığında şaşırtan Naomi Kawase ise Still the Water ile dönüyor (yarışmadaki tek Asya filmi). The Burials Melquiades Estrada ile etkilemiş olan Tommy Lee Jones onun ikinci yönetmenlik deneyimi olan Homesman ile bir western çeşitlemesi yapmış gibi duruyor.Homesman ile birlikte Benneth Miller'ın Foxcather adlı filmi, yarışmadaki iki Amerikan sineması örneğinden diğeri.

Ben hepsini merakla bekliyorum tabii, ancak Leigh'nin filmi (Turner çılgını gibiyim) 4 yarışmacı içinde Palmiyeyi görmek için en heveslisi gibi duruyor. Dardenne'lerin Marion Cotillard'ı oynattıkları Two Days, One Night filmi kazanırsa şayet, 3 Altın Palmiye ile festival tarihinde olmayan bir rekora imza atacaklar. Bu güvenilir bir karar olsa da, üst düzeyde katı yarışmalara aykırı bir durum. Andrey Zvyagintsev (Dönüş, Elena) Levithan ile yarışmaya dönüş yapıyor. Abderrahmane Sissako (Waiting for Happiness, Bamako) Mali ile Timbuktu çatışmasını konu ediniyor ve kimi bahisçiler favoriler arasında gösteriyor. Nuri Bilge Ceylan, filmlerinin çoğuyla büyük ödüller kazandı. Bir önceki filmi Once Upon Time in Anatolia ile Altın Palmiye'ye çok yaklaşmıştı. Winter Sleep'in de güçlü bir yarışmacı olduğu ortada. En azından Ceylan'ın en uzun filmi, en yakın rakiplerinin 2 saatin altında oldukları düşünülürse, 196 dakikayla dikkat çekiyor.

Ve yarışma dışında kimler var? Orada bereketli. Şu an Jessica Hausner, Sergei Loznitsa, Frederic Wiseman, Jaime Rosales ve diğerleri...Ben Yönetmenlerin 15 Günü'ndeki iki ismi merak ettiğimi itiraf etmek zorundayım. İngiliz yönetmenlerden: Quenn and Country ve John Boorman'dan takip etmekte geç kalınmış Hope and Glory. Hem Leo the Last hem de The General ile yönetmen ödülü kazanan bir Cannes gediklisi. Ve Catch me Daddy, Daniel Wolfe gerilimi. Eski ve yeni: Cannes bir kokteyl. İzle burayı.

*Bu yazı Geoff Andrew'in 14 Mayıs 2014 tarihinde yazdığı yazının aslından çevrilmiştir. Yazının  aslına ulaşmak için: http://www.bfi.org.uk/news-opinion/news-bfi/features/cannes-2014-programmer-look-ahead 
**Çevirmenin Notu