19 Şubat 2014 Çarşamba

Ailenin İki Yüzü, İki Film


Bela* Geliyorum Demez ! 


Ev dış dünyanın tehlikelerinden koruyan bir sığınak mıdır? Alex van Warmerdam'a göre o kadar da emin olmamak lazım...
Bir burjuva aile düşünün lüks içinde, bahçeli bir evde çocukları ve hizmetkarlarıyla yaşıyorlar. Ama bir gün saçı sakalı birbirine karışmış, kir pas içinde bir adam evlerine geliyor. Aile erkeğinin tepkisi ne olurdu? Üstelik bu adam çok kirli olduğu için sadece eve girip banyo yapmak istese... Hollandayı 38 yıl (biz bile o kadar beklemedik) gibi uzun aradan sonra Cannes'da Altın Palmiye yarışına sokan Borgman'dan bahsediyorum. Film son derece çekici bir aksiyon sahnesiyle başlıyor. Rahip ve adamları silahlarıyla yer altında yaşayan ne idüğü belirsiz bir adamı (önce isminin Anton olduğunu öğrendiğimiz) yakalamak istiyor. Ancak bu adam bir şekilde sıvışmayı başarıyor ve bir burjuva aileyi taciz etmeye (belki iyi niyetli bir dilencidir) başlıyor. Kocanın oldukça sert tepkisine karşın evin kadını ona acıyor ve kocasından habersizce evinde yer açıyor. Anton'un aktardığına göre hastanede yatarken kadın ona bakmış, hatta yanında yatmış, kocasından hemşire olduğunu saklamış, doğruluk payı var mı bilmiyoruz. Bu arada anaç bir tavırla yaklaştığı adama karşı kocasından göremediği yakınlığın da yansısı olacak bir aşkı beslemeye başlıyor kadın, belki Anton bastırılan duyguları ortaya çıkaran bir büyücü o da muallak. Kadın bir süre sonra Anton'un evden ayrılmasını istemiyor, Anton da kaçak gibi yaşamayı... Böylece Anton arkadaşlarıyla bir plan yapıp bambaşka bir kılıkta eve bahçıvan olarak giriyor ve işler çığrından çıkıyor.
Şüphesiz film başlamak üzereyken perdede beliren 'Dünyaya saflarını sıklaştırmak için geldiler' cümlesi önemli bir referans oluyor. Beyaz ırkın, hıristiyanlığın ve burjuva sınıfının üstünlüğüne dayanan düzene ideolojik köktenci bir savaş açılıyor, film boyunca köhnemiş ve insanlar arasında uçurumlar yaratan (sınıfsal görünümü veya ten rengi gibi) bu bakış açısının sadece sığınak bellenen evin dışında değil evin içinde de bir yangın yarattığı açığa vurulmak isteniyor. Bunu şiddetin en feci şekillerine başvurmaktan bir an olsun çekinmeyen fantastik dokunuşlarla beslenmiş temsili bir yeraltı örgütü üzerinden gerçekleştiriyor. Film bir sonraki sahnede ne olacağını kestirmeyi imkansız kılacak biçimde, sonlara doğru biraz yalpalar gibi olsa da gerilimi elden bırakmayan bir senaryoyla ilerliyor ve hiçbir zaman net cevaplar fısıldamasa da oldukça anlamlı bir sona ulaşıyor. O noktada filmin ilk cümlesi aklımıza geliyor, ve rahatlıkla evet Warmerdam'ın karakterleri çocuklar ve alt sınıfları bünyesine kattığı bir yeni dünya inşa etmek istiyor diyebiliyoruz...
Filmin prömiyerini yaptığı Cannes şenliğinde kimi yazarlar filmi sevimsiz bulduklarının özellikle altını çiziyorlardı. Neden mütevazı koşullarda çekilmiş, gösterişsiz, bağımsız bir filmden bu kadar rahatsız olunur ki diye düşündüm. Yazılarında zengin, talihli olmanın karşılığı şiddet mi olmalı, ne asap bozucu filmdi gibi ifadeler kullanılmış. Acaba bu yazarlar o ailede kendi yaşamlarından birşeyler bulmuş ve bunun paniğine kapılmış olabilirler mi? Çünkü filmin en önemli dayanağı kesinlikle taraf tutmaması, sadece üzerine bir takım yorumlar yapılacak ürkünç olaylar dizisiyle bizi yüzyüze getirmesi. Film iyiler ya da kötüler gibi ahlaki yargılardan özenle kaçınıyor, hatta bu kavramları olabildiğince bulanıklaştırıyor. Borgman (bahçıvan olduktan sonraki adı) ve ekibini huzur bozucular, caniler olarak görmek de mümkün, dünyayı değiştirmek isteyen, yeni insanı ve yeni toplumu yaratmak isteyen fantastik kahramanlar olarak da...Filme bakışımız biraz da hayata, mevcut sisteme karşı nerede konumlandığımızla da ilgili, bir tür turnusol kağıdı Borgman. Ama bakışımız nerede konumlanırsa konumlansın o bakışı en az bir süreliğine yerinden oynatmayı dilediği, farklı gözlüklerle de dünyaya bakılabileceğini gösterdiği için değerli. Zaten sanatın görevi de sonsuz bakışlar evreninde öteki bellediğimizin gözlükleriyle bakabilme yetisini biraz olsun kazandırabilmek değil mi? Hem de dünyanın belki de bu gözlüklere en çok ihtiyaç duyduğu zamanda. Yıldız:* * *

*Film !f İstanbul'da Bela ismiyle gösteriliyor.

Amerikan Sineması'nın Şirinliği



Alexander Payne'nin son filmi Nebraska, Borgman gibi izleyicileri pek ikiye bölebilecek bir yapım değil, büyük olasılıkla seveni bir hayli fazla olacaktır. Ama Oscar alamazsa (ne hikmet !) çok fazla insana ulaşmaktan mahrum kalabilir. Yaşı epey ilerlemiş bir baba (Bruce Dern) bir tür kandırmaca olan büyük ikramiye size çıktı yalanına kanarak evinden ayrılıp ayrılıp Nebraska'ya gitmek ister, oğulları, karısı bir türlü laf dinletemez ve küçük oğlu en sonunda adamın içi rahat etsin diye onu alır ve uzunca bir yolculuğa çıkarlar, bu yolculuk 'bittersweet' tabir edilen bir yolculuktur. Kah tebessüm ederiz, kah gözümüz yaşlanır. Akrabalık bağları, evlilik, aile halleri, baba-oğul ilişkisi, yaşlılıktaki aceze bir bir önümüze düşer, akrabaların ailenin milyoner olduğuna inandıkları için etmediklerini bırakmaması ya da yaşlı arkadaşın (sözde arkadaş) geçmişten kaldığını iddia ettiği borcu kapatmak istemesi hep dikkat çekicidir. İnsan özünde batıda da aynıdır doğuda da. Binlerce kilometre öteden gelen bu filmleri zaten 'ortak insan'ı yakalayabildiği için bu kadar önemsemiyor muyuz? Peki alkolik olan babanın çocuklarına maddi birşeyler bırakma isteğiyle, hayatında son kez oğluna yat yere deyip adeta bir ergen heyecanıyla gençlik aşkı ve arkadaşının önünde nasıl da arabayı tek başına sürdüğünü göstermesinin çelişkine ne demeli?

Payne, Anglo-Amerikan kültüründeki evrenseli karşımızı getiriyor. Siyah-beyaz çekilmiş, bir yandan geçen zamanın kahrediciliğine biçimsel olarak da vurgu yapan film hayatın en basit anlarına doğallıktan taviz vermeden büyük bir içtencilikle dokunuyor. 3 yıl önce kimilerince başyapıt mertebesine çıkarılan İngiliz aile filmi, Mike Leigh'nin 'Another Year'ından daha dokunaklı kanımca ve geçen yıl Cannes'da kısa filmleri üst üste koymaktan başka birşey yapmayan Jia Zhang Ke'nün 'A Touch of Sin'i yerine senaryo ödülünü almayı daha çok hak eden bir film Nebraska. Oscarlarda da 6 dalda adaylığı bulunan filmin oradaki akıbeti de tabii merak konusu, ama kimseler en iyi film ödülünü alabileceğini ihtimal dahilinde bile konuşmuyor. İşin o tarafı çok da ilgilendirmiyor doğrusu. Sadece Amerikan sinemasından hep böyle filmler çıksa demeden edemiyorum. Yıldız:* * *