27 Aralık 2013 Cuma

2013'ÜN EN İYİ FİLMLERİ

10- BEFORE MİDNİGHT (GECEYARISINDAN ÖNCE)
Bağımsız Amerikan sinemasından gelen bu örnek, Fransız filmlerine öykünüyor gibi. En dikkat çekici yanıysa aynı oyuncularla bir ilişkilinin yaklaşık on'ar yıllık periyodunun üçüncü ayağı olması, böylesine bir sürecin filmi olduğundan haberdar olmayıp sadece bu ayağı izleyen bile oyuncuların dakikalarca süren diyaloglarına hayret edecektir.
9- LİKE SOMEONE İN LOVE (BİRİNİ SEVMEK GİBİ)
Kiarostami'nin son filmi kimilerince kariyerinin en kötü filmi olarak lanse edilse de bir gün bile süremeyen, öncesi ve sonrası olmayan ancak o azıcık zamanda bile Japonya'dan çok değerli bir kesit sunmasıyla ve yaratıcı minimalist sinemanın gereklerini yerine getirmesiyle çarpmasa bile takdirimi kazanmıştı. Cüneyt Cebenoyan'ın dediği gibi senaryosu olmayan bir filmden ziyade, Guy Lodge'un dediği gibi senaryo ödüllük bir film bile olabilir, senaryo ille de belli kalıpları kusursuz uygulamak olmak zorunda mı? Başı sonu olmadan da vermek istediğini veriyorsa film neden olmasın...
8- V TUMANE (SİSİN İÇİNDE)
Sergei Loznitsa'nın 72 planda savaşın soğukluğunu anlatma denemesi, ilk kurmacası Mutluluğum'dan biraz daha şık biraz daha derli toplu olsa da yönetmen ilk filminin özellikle ilk yarısındaki sürükleyici atmosferden çok az da olsa taviz vermiş. Açıkçası yönetmeninden daha güçlü bir hamle beklemekteydim. En azından Rus sinemasının, taa Tarkovski'ye, daha da öncesine giden duygusunu izleyicisine geçirdiği benim bugün bildiğim yegane yönetmen. Zyvagintsev tekrar kendine gelirse o da katılır elbet.
7- DA-REUN NA-RA-E-SEO (BAŞKA ÜLKEDE)
Koreli yönetmen Hong Sang Soo'nun İsabelle Huppert'i başrolde oynattığı film aynı Avrupalı (Huppert) ancak farklı görünümlerdeki kadının Kore'deki kısa tatillerinde hepsi birbirine benzeyen ama farklı yaşantılarını anlatıyor. Film ilginç senaryosu ve yerele içerden bakan sempatikliğiyle hoş bir deneyim sunuyordu. !f etkinliğinde izlediğim filmde yanımda oturan kızın ee hep aynı kadın aynı hikaye gibi serzenişi de keşke duymasaydım, hala aklımda!
6- JEUNE ET JOLİE (GENÇ VE GÜZEL)
François Ozon hemen her filmiyle belli bir standardı yakalayan önemli bir auteur. Cinsellik, voyörizm (röntgencilik) burjuva ahlakı gibi meseleleri ısrarla irdeleyen yönetmenin bu filminde, bir genç kız toplumun dayattığı biçimin dışına çıkarak cinselliği fahişelik yaparak öğreniyor. İzleyici de sorularla baş başa kalıyor. Anlatım dili, senaryosu ve başroldeki kadın oyuncunun performansıyla ortaya yine iyi iş çıkıyor.
5- POST TENEBRAX LUX (KARANLIKTAN AYDINLIĞA)
Carlos Reygadas'ın filmi listede vizyon görmeyen filmler arasında aldığı yönetmenlik ödülüne rağmen en başından beri vizyon görmeyeceği en kesin gözüyle bakılacak film. 2 kez izlenmeyi hak eden film, yoğun şiirselliyle dikkat çekiyor. Ülkemizdeki sinemalar Reygadas filmlerini göstermemeye devam etsin biz sanki onun filmlerini listelerimize almaya devam edeceğiz.
4- DE ROUİLLE ET D'OS (PAS VE KEMİK)
Jacques Audiard'ın son filmi listeye girmeyi kılpayı kaçıran Water Salles'ın On The Road'uyla birlikte izlediğim Hollywood'vari filmlerden biri. Audiard Fransız olmasına rağmen genel kitlenin de izleyebileceği tür filmleri yapıyor. Suç filminden sonra bu sefer melodrama kayan yönetmen auteur sinemasının estetik bütünlüğünden de taviz vermeyen bir yönetmenlik gösterisi sunuyor. Ve sanırım her kesimin ciddi ölçüde ilgisini çekebiliyor. Tür sinemasının sığ bir şey olduğunu düşünen bana bile film bittiğinde; duygusuyla, sürükleyiciliğiyle, görselliğiyle ne film izledik be dedirtebiliyor.
3- JAGTEN (AV)
Vinterberg'in cadı avı/mahalle baskısını irdelediği filmi alabildiğine Amerikan bir mesele gibi görünse de meseleyi tipik bir suçlu kim hikayesinden çıkarıp (kahramanın suçlu olmadığını söyleyip) toplumdaki ilişkilerin ne kadar basit biçimde kopup tehlikeli boyutlara varabileceğini gösteren bir mini ders olduğunu söylemek gerekli.
2- DUPA DEALURİ (TEPELERİN ARDINDA)
Mungiu'nun 4 Ay 3 Hafta 2 Gün'den nispeten uzunca bir süre sonra (5 yıl) yaptığı Tepelerin Ardında aslında bir önceki filmin bir nevi devamı gibi de okunabilir. Yine iki genç kız, sistemin üzerlerindeki baskısı. Yalnız farklı olan dönemler. Bir önceki film kömünizm bu ise muhafazarlık baskısı altında geçiyordu. Filmin ilginç taraflarının biri izleyicisini son sahneye kadar acaba ortaçağda mı geçiyor bu film ilüzyonuna kaptırması. Hayır 21.yüzyılda geçebiliyor dedirtmesi sanırım. Her ne kadar bir önceki filmin şaşkınlığını aynı ölçüde yaşayamasam da dört başı mamur bir film olduğunu söylemeliyim.

1- LA VİE D'ADELE (MAVİ EN SICAK RENKTİR)
Mavi En Sıcak Renktir afişinde de Elle Magazine'den bir yazarın ifade ettiği gibi sinema tarihinin en iyi, en duygu yüklü aşk filmleri arasında yerini aldı. Evet, bütün sanatların olduğu gibi sinemanın da ne yapıp edip döndüğü aşk teması etrafında sanki bu filmi bir yerlerden izlemişiz hissi yaratsa da, film birkaç açıdan değer kazanıyor. İlki ve bence en önemlisi tüm dalgalanmalarıyla tipik bu aşk filminin aynı cinsten iki kişi arasında geçmesiydi, kendi adıma yer yer çiftin lezbiyen olduğunu bile unuttum. Filmin böyle bir ilişkinin de öbüründen bir farkı olmadığını hemen her yönüyle cüretkarca sergilemesi değerliydi. Filmin diğer önemli yanıysa 3 saat gibi fevkalade uzun bir süreye yayılmasına rağmen bir an olsun çuvallamaması. Bunu başarmak kuşkusuz zor bir iş. Cannes'da 2.5 saatlik kalburüstü birçok filme (Dupa Dealuri, Bir Zamanlar Anadolu gibi) süresi sebebiyle eleştiride bulunan isimlerin bu filme çıtı çıkmadı, ya da ben görmedim. Filmin diğer önemli özelliğiyse Beyaz Bant'daki (Das Weisse Band) çocuklar ve Bir Kahin'deki (Un Prophete) Tahar Rahim'in oyunculuklarından beri (4 yıl sonra) bu denli dışavurumcu, gücünü doğallıkla yaratıcılığın en üst düzeydeki bileşimden alan oyunculukları görmek oldu. Her sene oldukça iyi oyunculuklar tabii ki görüyoruz ama bu kadarını her zaman göremiyoruz. Özellikle ikilinin ilk sert kavgalarını yaşadıkları ve yıllar sonra kafede buluştukları sahneler eminim oyunculuk okullarında uzun yıllar izletilecektir.
Not: Bu yıl listeye kattığım vizyon dışı filmler de epey fazla. Karanlıktan Aydınlığa, Başka Ülkede, Sisin İçinde ve Birini Sevmek Gibi henüz vizyon göremedi, ama ne yapalım ki listemize sızabildi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder