31 Ekim 2013 Perşembe

Mizansen Ödülü'nün Gizemi ve Reygadas'ın Mini Başyapıt'ı


Yıllardır Cannes Film Festivali'ni takip ederim, henüz o şaşaalı Rivera'ya ayak basmışlığım yok ama her sene Mayıs ayını iple çekerim, çünkü ileriki aylarda izleyeceğimiz önemli filmlerin büyük bölümü burada ilk kez görücüye çıkar. Cannes Film Festivali'nin sanat ve ticaret arasında kurduğu sarsılmaz denge, bir yanı yaşayan sinemanın sık sık içerik açısından da hemen her zaman biçim açısından da en çarpıcı örneklerini sunarken; diğer yanıyla kırmızı halısı, yıldızları, magazinelliğiyle tartışılıyor, bu konular üzerine apayrı bir yazı hatta kitap yazılacak ölçüde değerli (zaten hali hazırda İngilizce yazılmış 2 kitap mevcut). Ben bu yazıda onlara değinemeyeceğim. Ancak yazının sonlarına doğru o festivalden ödül almış bir filmden bahsetmek istiyorum. Carlos Reygadas'dan Post Tenebras Lux (Karanlıktan Aydınlığa). Film 2012 festivalinde 'En İyi Mizansen', yani İngilizce ve Türkçe'deki tabiriyle Director/Yönetmen ödülünü kucakladı, tuhaf biçimde ödül töreninden önce bu ödülü alabilecek bir kaç filmden biri olduğunu düşünüyordum. Şayet bunda Reygadas'ın 5 yıl önceki Sessiz Işık'ını izlemiş ve yönetmeni takibe almış olmamın payı da olabilir. Ama beni böyle düşündürten asıl neden, festivalde eleştirmenleri bölen, filmden nefret eden izleyicilerin çokça olduğu filmlerin neredeyse her yıl düzenli biçimde 'Yönetmen Ödülü' ile taçlandırılması. Ben de bu düşünceyi oluşturan ilk örnek, 2009'da Brillante Mendoza'nın Kinatay ile bu ödülü alması olmuştu. Türkçe yazan eleştirmenler filmi çok zayıf bulduklarını ifade diyorlardı. Şalom'dan Victor Apalaçi yönetmenin karanlık bir otomobilin içinde nasıl film çekeceğini bilmediğini söyleyecek kadar ileri gidiyordu. Birgün'den Defne Gürsoy da hiç olmamış diyordu.
Screen adlı dergi her yıl çeşitli ülkelerden gelen 10 seçkin eleştirmene puanlama yaptırır, ve ödüllerden önce (ya da sonra) önünüze ciddiye alınacak bir tablo çıkar. İşte Kinatay o tabloda 1.2 puanla son sıralara demir atıyordu, düpedüz yarışmaya niye aldınız ki bunu demekti bu. Sonradan öğrendik ki o yıl jüride olan Nuri Bilge Ceylan festivalin en güçlü filmi demiş Kinatay'a. Hal böyle olunca, konusunun da ötesinde apayrı bir merak unsuruna dönüşüyordu film, neyse filmi izledikten sonra festivalin en iyi filmi olmasa bile en vurucu filmlerinden biri olduğunu kabul etmiştim, oldukça değerli bulmuştum. Zaten 2009 seçkisi bana göre muhteşem bir seçkiydi, 2012 ona epey yaklaşşa da o seçkiyi yakalayabilen bir yıl halen çıkmadı. Tabii ki bu kadar eleştirmenin neden filmi bu denli kötülediğini de hiç bir zaman tam olarak anlayamadım. Neyse 2011'de Drive da benzer akıbete uğradı, en azından bizim Cannes'daki eleştirmenler tarafından. Filmin apaçık B-film bozması olduğunu söylüyorlar. Cannes gibi ciddi ve seçkin bir arenada yeri olmadığını belirtiyorlardı. Gerçi yabancı basın o denli olumsuz bakmıyordu (HitFix'ten Guy Lodge'un filmi tereddütsüz Palmiye'ye layık görmesi de şaşırtıcı gelmişti). Gel gelelim o da malum ödülü aldı. İlginç biçimde bizim ülkenin ticari gösterim (vizyon) eleştirmenleri (Kinatay vizyon görememişti) Drive vizyona girdiğinde yerlere göklere koydular, yılın en iyi yönetmenliği, en iyi filmi, daha neler neler... Benim de bu blogta 2 yıl kadar önce yazdığım film gerçekten son derece estetik sahnelerle büyük keyif veriyordu ama B-filmdi sonuçta ne kadar biçimsel olarak farklı şeyler yapmaya çalışsa da. 2013'te ödülü alan Heli'de oldukça eleştirildi ilk gösterim de, beğenenleri de vardı kuşkusuz, o meşhur insanları ikiye bölen filmlerden yakıştırması yapılabilirdi, onun da vizyona girip girmeyeceğini bilmiyorum (Başka Sinema sayesinde girebilir).
Bu yıl aynı ödülü alan Heli'nin yönetmeni Escalante gibi Meksikalı olan Reygadas'a gelelim: Filmin Cannes'daki gösteriminde bir çok kişinin filmi yuhladığı söylendi, yönetmenin sinemada ne kadar saçmalayabileceğinin sınırlarını zorladığı gibi ifadelerde bulunuldu. Film ülkemizde beklendiği şekilde ticari gösterime giremedi, sadece İstanbul Film Festivali'nde gösterildi. Bende orada ıskalayınca mecbur internette izleyeceğim günü beklemeye başladım. En sonunda izledim. Filmin yoğun bir dikkat gerektirdiğini, hatta kesinlikle 1 kez daha izlenmeyi hak ettiğini ifade etmeliyim. Filmin odağında genç sayılabilecek bir çift var. Belli ki şehir yaşamından kaçmış taşraya yerleşmişler, ama taşrada da yapamayıp tekrar şehre dönüyorlar. Anlatılan hepi topu bu gibi gözükse de filmin içinde birçok detay var; en önemlisi, filmin konusu denebilecek çiftin arasındaki cinsel soğukluk. Yıllar içerisinde birçok evli çiftin yaşadığı bir durum bu. Porno bağımlılığı, cinsel isteksizlik vs. film aslında bu konuya el atıyor ama cinsellik mevzunu Gaspar Noe gibi gözümüzün içine sokarak yapmıyor, filme hak ettiği dikkati vermeyen biri böyle bir konunun mevcudiyetinden bile haberdar olamayabilir (çok da anlamlandıramayabileceği 1 sahne dışında). Sonuçta yönetmen şiirsel sinemanın günümüzdeki önemli örneklerinden birine imza atıyor. Tuhaf metaforlar, kenarları cilalı özel bir lens kullanımı, hareketli kamerası ve doğrusal olmayan anlatımıyla gerçekten takdiri hak ediyor, şehirli burjuvanın Meksika taşrasında da huzuru bulamayacağı, burjuva toplumunun da insanlar üzerinde bir tür iğdiş görevi gördüğü üzerine kamerasıyla düpedüz şiir yazıyor. Tolstoy, Dostoyevski üzerine alıntılar taşranın ünlü öykücüsü Çehovla noktalanıyor. Bütün filmin bir rüyadan ibaret mi olduğu yoksa benim daha çok düşündüğüm şekliyle taşra hayalinin mi suya düştüğü, özellikle kadının piyanoda Neil Young'tan İt is A Dream adlı parçayı çaldığında daha bir önem kazanıyor, sonuçta sanat bu, tartışmaya açık, özellikle bu film için bu muğlaklık daha da güçlü. Filmi izledikten sonra hala anlam veremediğim sahneler yok değil, mesela filmde köpeklerin işlevi üzerine hala bir yorum getirmekte zorlanıyorum (ki Meksika sinemasının köpeklerle bariz bir derdi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz). Aynı şekilde filmdeki rugby oyuncuları ne demek istiyor onu da bilemiyorum, ama o şekilde veya bu şekilde cinsel sorunları odağına alan böylesi bir film hiç izlememiştim diyebilirim, 40-50 yıl sonrasına kalır mı bu film peki? O biraz da sinema sanatının 40-50 yıl sonrasına kalabilmesiyle de alakalı sanırım. Yıldız:* * * *
Not: Uzun süredir Bugünden Kültür ve Sanat Dergisi'ne yazdığımdan ötürü bloğu biraz boşlamıştım, örneğin Filmekimi 2013 değerledirmelerim de derginin Kasım sayısında yer alacağı için blogta -şimdilik- paylaşmıyorum.