11 Temmuz 2011 Pazartesi

Şiir gibi denebilir belki ama şiir asla

        Şiir oldukça sağlam bir görselliğe ve iyi oyunculuğa sahip olmasına rağmen öykünün 2 farklı (şiir ve tecavüz) başlık üzerinden ilerleme çabası tüm güzelliği bozmuş, aslında filmin 2 öyküsü var denebilir, ancak film boyunca bunlar ara sında bir kesişme noktası bulmak çok zor.
         Torununa bakan, yaşamını zorluklarla kazanan  alzheimer'ın başındaki büyükanne bir edebiyat kursuna katılır buna paralel olarak intiharla sonuçlanan bir tecavüz olayında, torununun da içinde bulunduğu 6 kişilik öğrenci grubunun da parmağı vardır, çoğunlukla, büyükannenin şiir yazma tutkusu, hocasının gösterdiği yolda ''doğayı, insanı, hayatı görme'' çabası var filmde, bu çabanın içine de yer yer torunun yaptığından duyduğu vicdan azabı, ölen kıza karşı hissettiği acıma, yakınlık bir yandan da diğer çocukların babalarıyla çocukları kurtarma yönünde yaptığı küçük bir işbirliğinin girmesi söz konusudur. Kimi eleştirmenler bize verilenlerin ötesinde aşkın bir tarafı olduğu, öykünün 2 başlılığından hiç de rahatsız olmadıkları kanısındalar, ben pek de öyle değilim, üstüne üstlük kendinizi biraz zorlarsanız, filme tamamen erkeklerin hakim olduğunu, filmde bahsi geçen sadece 4 kadın olduğunu farkedersiniz, büyükkanneyle görüşmediği kızı ve intihar eden kızla ondan ayrı düşen annesi, filmin son sahnesiyle birlikte, bu çiftler arasında garip bir ''seni çok iyi anlıyorum' bağı kurmak mümkün, filme bu bağlamda bir yönüyle büyükannenin aslında kızını kaybeden anne olduğu gibi zorlama anlamlar yüklemekte de sakınca olmasa gerek, yalnız ne acıdır ki, bir ölçüde yeğlediğimiz anlam boşluklarını bizim doldurma çabamız da biraz abartıya kaçıyor, çünkü karakterlerin geçmişine dair hiç bir bilgi verilmemiş, büyükannenin oradan oraya savruluşu dışında kimdir bu insanlar? cevap yok. Ha birazdan ha şimdi deyip bir şeyler olmasını bekliyorsunuz, ama hiç diyemesek de finale kadar pek bir şeyler olmadığını söyleme noktasına geliyoruz, büyükannenin şiir yazma, doğadan, iham alma, güzelliklere yelken açma çabasına tanıklık ediyorsunuz ancak yaşadığı bu kötü deneyim yüzünden hissettikleriyle şairaneliği arasında film boyunca bir türlü sıkı bağlar kuramıyorsunuz, sanki tecavüz olayı, yapının içine sonradan nüfuz etmiş, filmin kapsamını genişletmeye yönelik bir hareket gibi geliyor, biraz zorlama kokuyor, kimi arkadaşlar bir yandan şiirin büyükanneye güzele giden yolu açmaya çabalarken, öbür taraftan tecavüz olayında dünyanın nasıl da ataerkil düzenin pisliğiyle örülü olduğunu daha iyi farkettirdiğini söylüyor. Kadını sarstığı ve kendine getirdiği gibi yargılarda bulunuyorlar, ama zannımca  gerçeklik payı yok. Zaten epeyce bir yaşa gelmiş kadın göreceğini görmüştür, bu nasıl bir tesadüf ki ihtiyarken böyle bir darbe  yiyiyor, tesadüf bu ya, aynı dönemde de şiire sarılmış oluyor, ikisi artı eksi iyonlardan meydana gelen tuhaf bir karışım oluşturuyor da kadıncağız kurstaki tek şair olup çıkıveriyor. Kızın ruhuna entegre oluyor, filmin sonunda sanırız o da bu dünyadan göçüyor. Şunu da belirtmek lazım şiir dediğimiz sanatların anası olan uğraşıda sözcükler gerçekliğin çok ötesine götürebilir bizi, bu normaldir, beklenir de, şiirin özünde bu vardır, ancak bu film sürreal, formalist ya da metaforların başat olduğu bir estetik çizgiyi de temsil etmiyor. Yönetmen oldukça gerçekçi başlayan bir öyküyü 2 koca yola sokuyor ama ne yazık ki-en azından bize göre- o yolları yeterince geliştiremiyor ve birbirine bağlayamıyor. Açıkçası ben Chang-dong Lee'nin önceki filmlerini henüz izlemedim, onlarla hiç bir kıyas yapamam ancak kötülemek de istemem çünkü ne olursa olsun karşımızdaki kötü bir film kesinlikle değil, sinemanın araçlarına kafi miktarda hakim birinin titiz elinden çıkmış olduğunu farkediyorsunuz, gerçekten filmin adına yakışırcasına, biçimsel olarak ''yalın bir şiirsellik'' hissiyatını izleyicisine aktardığı açık; filmin açılışı, hele finali fazlasıyla etkileyici, ilginç şekilde filmin artılarıyla eksileri de kafa karıştırıyor, eleştirmekte zorlanıyorsunuz, en azından şunu söyleyebilirim ki; önemli potansiyeli olan, tuhaf bir şekilde aldığı senaryo ödülüne rağmen sanki masabaşı çalışmasından kaybediyor film, üzerinde adam akıllı çalışılsa çok rahatlıkla yılın en iyilerinden olabilecek bir filmmiş, ama olmamış, çok büyük bir fırsat kaçmış diye düşünüyorum. Son olarak şunu da yazmazsam çatlarım, Pablo Neruda ile bir postacının dostluğundan yola çıkarak, şiir sevgisi kazandıran İl Postino'yu izlemiş mi acaba Lee dostumuz, filminin adı oldukça iddialı, şiir ne de olsa... Yıldız:* *